Büyüdüm. Artık "Naber?" yerine "Nasılsın?" diyorum, mesela. Ve insanlar hiç iyi değiller. Kimse "İyiyim." demiyor. Artık yalan söylemekten de bıkmışlar, galiba. Ve herkes sıkılmış bir şeylerden. Bir yerlerden. Birilerinden. Ve aslında herkes kimsesiz. Sıkıldığımız insanlar bizimle değil, aslında. Sıkıldığımız şeyler, bize ait değil. Ve sıkıldığımız yerlere ait değiliz. Hep bir şeylerden şikayetçiyiz. Ama aslında şikayet ettiğimiz şeyler sadece yanılsamalar. Yaşadığımız şeyler, hissettiğimizi sandığımız duygular da öyle. Çok sevdiğim Freddie Highmore'un bir filmde de dediği gibi: Yalnız yaşar, yalnız ölürüz. Geri kalan her şey sadece bir yanılsama.
Dostluklar, sevgililer, sahip olunan para, güç, her şey. Sadece anlık yanılsamalar. Kısacası hayat boktan.
21 Şubat 2014 Cuma
15 Şubat 2014 Cumartesi
16.02.2014
İki hafta sonra buradayım yine. Ve yine yazıma sevgili günlük diye başlıyorum. Ne yazsam bilemedim şimdi bak. Bu arada sözde soru cümlesi kullandım. Çok seviyorum sözde soru cümlelerini. Böyle soru kalıbı her şeyi falan var ama sonuna yine nokta konuyor. Farklı yani. Ve hayır, sarhoş değilim. Bir de virgül çok hoş bence. Kimse nereye koyacağını bilemiyor.
Biraz da müzik mi konuşsak? Bu yeni İşbankası reklamlarında M.F.Ö.'nün Mecburen şarkısını kullanmışlar. Reklamı gördüğümden beri şarkıyı dinliyorum. Çok hoş şarkı değil mi? Alın buradan dinleyin.
Youtube linki vermişken, Youtube'da çıkan reklamları eleştirmeden olmaz tabi. Abi o nasıl bir şeydir ya, uzun videoların arasında televizyondan fazla reklam veriyorlar. Hayır koskoca Google iki tane videodan alacağı reklam gelirine mi kaldı? Olay bu mudur?
Pekala, size bir soru sorayım o zaman. Kaç tane heteroseksüel erkek, evde tek başına oturup Aşk Tesadüfleri Sever izler ki? Böyle romantik heteroseksüel erkek var mıdır?
Bence de yoktur. Ama aksini ispat eden bir tanıdığım var. Çocuk oturmuş, tek başına hem de, Aşk Tesadüfleri Sever izlemiş. Sen nasıl heteroseksüelsin demedim tabi.
Bazen sıkılmıyor değilim, bu hayattan. Geçen gün arkadaşla konuşuyoruz. Konuşma yerimiz de garip zaten. Dönerciden çıktık, arabada sigara içemediğimiz için arabanın yanında sigara içiyoruz. Arkadaş "Eşcinselliğini neden saklıyorsun ki, saklama." gibi bir şeyler söyledi. Ben de "Oğlum, zaten ailem dışında pek bilmeyen kalmadı ki." dedim. O da "Bak." dedi. Sigarasından bir nefes çekti ve sigarasını attı. Ne yazdım ama, roman gibi. Neyse işte "Bak, en küçüğünden başla." dedi. "Önce sigarayı söyle, sonra içkiyi, sonra sık sık içtiğini, en son da eşcinsel olduğunu." Sonra da "Ama valizini falan toplayıp kapıya gel bunları söylemeden önce." dedi.
Eğer yeterince sıkılırsam bu hayattan, yapmayı düşünüyorum.
Ben en çok basketbolu severim ama. Bu konuşmanın geçtiği gün, maç yaptık arkadaşlarla. 1 saat kiraladığımız sahada 2 saat oynadık. 5 aydır basketbol oynamadığım için ben, ondan sonraki iki gün inleye inleye gezdim. Sadece evin içinde gezmiş olmama rağmen hem de. Bir insan klozete otururken eliyle destek almak zorunda kalır mı ya?
Neyse söyleyeceklerim bu kadar. Görüşürüz. Umarım.
Biraz da müzik mi konuşsak? Bu yeni İşbankası reklamlarında M.F.Ö.'nün Mecburen şarkısını kullanmışlar. Reklamı gördüğümden beri şarkıyı dinliyorum. Çok hoş şarkı değil mi? Alın buradan dinleyin.
Youtube linki vermişken, Youtube'da çıkan reklamları eleştirmeden olmaz tabi. Abi o nasıl bir şeydir ya, uzun videoların arasında televizyondan fazla reklam veriyorlar. Hayır koskoca Google iki tane videodan alacağı reklam gelirine mi kaldı? Olay bu mudur?
Pekala, size bir soru sorayım o zaman. Kaç tane heteroseksüel erkek, evde tek başına oturup Aşk Tesadüfleri Sever izler ki? Böyle romantik heteroseksüel erkek var mıdır?
Bence de yoktur. Ama aksini ispat eden bir tanıdığım var. Çocuk oturmuş, tek başına hem de, Aşk Tesadüfleri Sever izlemiş. Sen nasıl heteroseksüelsin demedim tabi.
Bazen sıkılmıyor değilim, bu hayattan. Geçen gün arkadaşla konuşuyoruz. Konuşma yerimiz de garip zaten. Dönerciden çıktık, arabada sigara içemediğimiz için arabanın yanında sigara içiyoruz. Arkadaş "Eşcinselliğini neden saklıyorsun ki, saklama." gibi bir şeyler söyledi. Ben de "Oğlum, zaten ailem dışında pek bilmeyen kalmadı ki." dedim. O da "Bak." dedi. Sigarasından bir nefes çekti ve sigarasını attı. Ne yazdım ama, roman gibi. Neyse işte "Bak, en küçüğünden başla." dedi. "Önce sigarayı söyle, sonra içkiyi, sonra sık sık içtiğini, en son da eşcinsel olduğunu." Sonra da "Ama valizini falan toplayıp kapıya gel bunları söylemeden önce." dedi.
Eğer yeterince sıkılırsam bu hayattan, yapmayı düşünüyorum.
Ben en çok basketbolu severim ama. Bu konuşmanın geçtiği gün, maç yaptık arkadaşlarla. 1 saat kiraladığımız sahada 2 saat oynadık. 5 aydır basketbol oynamadığım için ben, ondan sonraki iki gün inleye inleye gezdim. Sadece evin içinde gezmiş olmama rağmen hem de. Bir insan klozete otururken eliyle destek almak zorunda kalır mı ya?
Neyse söyleyeceklerim bu kadar. Görüşürüz. Umarım.
2 Şubat 2014 Pazar
Suçu Başkasına Atmak
Suçu başkasına atmak kolaydır her zaman. Ben İstanbul'a atarım suçu. "Siktiğimin şehri" derim. "Gelmeseydim bunlar olmazdı." derim. Oysa suçlu benim aslında. Hep bendim.
Bazen de abimlere atarım suçu. Onlar böyle olmasalardı, belki ben mutlu olurdum. Onlar böyle başarılı olmasalardı, annem onlarla bu kadar gurur duymasaydı, belki beni daha çok severlerdi. Onlar bu kadar mutlu olmasalardı, ailemin istediği gibi yaşamasalardı, belki ailemin benim yaşamımı kabullenmeleri daha kolay olurdu. Belki o zaman anneme karşı daha açık olurdum, anlatırdım her şeyimi. Onlar olmasaydı, babam bana güvenirdi belki. Ama suçlu benim, her zaman olduğu gibi.
Başarısız hissetmek, çok garip. Herkes senin başardığını düşündüğünde, ailen hariç herkes, çok acı verici. Babam dövmedi hiç beni, bağırmadı bile. Ama bazen öyle bir söz söylerdi ki, keşke dövseydi derdim. O zaman bu kadar acımazdı. O zaman bana bu kadar zarar veremezdi bana.
Zeki adam babam. Abimler de öyleler. İyi üniversitelerden mezunlar. İyi işlerde çalışıyorlar. Peki ben... Ben sadece başarısızlığım. İnsanlar umursamadığımı söyler hep. "Annem biraz uğraşsan yaparsın." diyor. Ben umursamak istiyorum. Ben biraz uğraşmak istiyorum. Ama olmuyor, ne kadar istersem, ne yaparsam olmuyor. Gidemiyorum o siktiğimin okuluna. Biraz olsun uğraşamıyorum. Olmuyor işte. Ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ama çoktan yaptım onu, doğduğumda. Sadece onlar daha bunu bilmiyorlar.
Kaçmak istiyorum ben. Arkama bile bakmadan. "Kaçmak kolaydır." der insanlar. Oysa benim için en zoru kaçmak. Her şeyi, herkesi bırakmak arkamda, kaçmak. Gitmek, bir şehrin ismini bile bilmediğim bir ilçesine. Orada baştan başlamak. Ama en zoru işte benim için. Sebebini bilmiyorum. Ama yapamıyorum. Kalıp savaşamıyorum da. Duruyorum ben. İnsanların hayatlarından geçiyorum. Ama bir türlü kendi hayatımdan geçemiyorum.
Duruyorum ben. Bekliyorum. Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Ağlayarak bekliyorum.
Sonunu düşünmek bazı şeylerin, çok zor. Kafamın içinde o kadar düşünce varken, yaptıklarımı düşünmek, çok zor. Suçu başka birine ya da başka bir şeye atmak kolaydır. Ben suçu hep kendime atıyorum aslında. Ama içimdeki başka bir kendime. Suçlu sanki içimdeki başka bir kişilik. Sanki ben masumum. Ama değilim. Hiç olmadım ki.
Bazen de abimlere atarım suçu. Onlar böyle olmasalardı, belki ben mutlu olurdum. Onlar böyle başarılı olmasalardı, annem onlarla bu kadar gurur duymasaydı, belki beni daha çok severlerdi. Onlar bu kadar mutlu olmasalardı, ailemin istediği gibi yaşamasalardı, belki ailemin benim yaşamımı kabullenmeleri daha kolay olurdu. Belki o zaman anneme karşı daha açık olurdum, anlatırdım her şeyimi. Onlar olmasaydı, babam bana güvenirdi belki. Ama suçlu benim, her zaman olduğu gibi.
Başarısız hissetmek, çok garip. Herkes senin başardığını düşündüğünde, ailen hariç herkes, çok acı verici. Babam dövmedi hiç beni, bağırmadı bile. Ama bazen öyle bir söz söylerdi ki, keşke dövseydi derdim. O zaman bu kadar acımazdı. O zaman bana bu kadar zarar veremezdi bana.
Zeki adam babam. Abimler de öyleler. İyi üniversitelerden mezunlar. İyi işlerde çalışıyorlar. Peki ben... Ben sadece başarısızlığım. İnsanlar umursamadığımı söyler hep. "Annem biraz uğraşsan yaparsın." diyor. Ben umursamak istiyorum. Ben biraz uğraşmak istiyorum. Ama olmuyor, ne kadar istersem, ne yaparsam olmuyor. Gidemiyorum o siktiğimin okuluna. Biraz olsun uğraşamıyorum. Olmuyor işte. Ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ama çoktan yaptım onu, doğduğumda. Sadece onlar daha bunu bilmiyorlar.
Kaçmak istiyorum ben. Arkama bile bakmadan. "Kaçmak kolaydır." der insanlar. Oysa benim için en zoru kaçmak. Her şeyi, herkesi bırakmak arkamda, kaçmak. Gitmek, bir şehrin ismini bile bilmediğim bir ilçesine. Orada baştan başlamak. Ama en zoru işte benim için. Sebebini bilmiyorum. Ama yapamıyorum. Kalıp savaşamıyorum da. Duruyorum ben. İnsanların hayatlarından geçiyorum. Ama bir türlü kendi hayatımdan geçemiyorum.
Duruyorum ben. Bekliyorum. Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Ağlayarak bekliyorum.
Sonunu düşünmek bazı şeylerin, çok zor. Kafamın içinde o kadar düşünce varken, yaptıklarımı düşünmek, çok zor. Suçu başka birine ya da başka bir şeye atmak kolaydır. Ben suçu hep kendime atıyorum aslında. Ama içimdeki başka bir kendime. Suçlu sanki içimdeki başka bir kişilik. Sanki ben masumum. Ama değilim. Hiç olmadım ki.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)