18 Aralık 2013 Çarşamba

19.12.2013

Kışın ne zaman bir yerde bir cam açılsa, içeri soğuk hava girse çocukluğumu hatırlarım ben.
Annemin kışın akşamları eve havalandırmak için camı açtığı bir sahne belirir gözümde.
Ben küçüğümdür o zaman. Çok küçük... Ama mutlu...
Güzel anılar hep hüzünlendirir beni.
Mutlu olduğum zamanlar aklıma gelir.
Mutlu olduğum zamanlardan daha çok üzen bir şey varsa o da inancım olduğu zamanları hatırlamaktır. Kendime inandığım zamanlar yani.
Yağmur yağar. O kadar çok yağar ki sel olur. O sel alır götürür beni gözyaşlarımla birlikte geçmişe.
Yağmur şiddetlendikçe, gözyaşlarım artar, yağmura destek verir.
Sonra ben dönemem geçmişten. Kalırım saatlerce, bazen günlerce...
Sonra annem arar. Kaç gündür aramıyorsun ne oldu der bana.
Annemle konuşmak hep zordur benim için.
Hep hayal kırıklığına uğratmışım gibi hissederim onu.
Oysa yanında kucağında yatarken her şey o kadar güzel gelir ki.
Her şey o kadar pembe görünür ki. Bir anlığına...
Sonra onun yapmamı istemediği ne kadar çok şeyi yaptığımı farkederim.
Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir der herkes.
Ama yol ayrımına geldiğinde bir yol seçmek o kadar zordur ki.
Bazen o kadar uzun süre düşünürsün ki o yol ayrımında, günler geçer önce, sonra yıllar geçer.
Bazen ömür biter de bir yol seçemezsin kendine.
Bazen de bir yol seçersin sonra beğenmezsin.
Geri dönmek istersin ama telafisi yoktur hiçbir seçimin.
Hayatın acımasız kurallarından biri daha işte.
Sen de beklersin belki bir yol bulur da geri dönerim diye.
İşte bundan sonra içmeye başlarsın zaten.
Çünkü içmek güzeldir.
Ayrıca içki unutturmaz hiçbir şeyi aksine dolu dolu yaşatır çoğu zaman.
Yaşadığını hissetmek ister bazen insan.
En azından ben istiyorum.

16 Aralık 2013 Pazartesi

17.12.2013

Saat 5 buçuk.
Kızgın bir prens var.
Söylemeyi istediği o kadar çok şey var ki.
O kadar sinirli ki.
Herkese sinirli prens.
Ama kimseye kendisine olduğu kadar sinirli değil.
Dediğim gibi prens kızgın.
İkinci sırada babası var.
Seviyor aslında babasını ama yine de kızgın işte.
Bilmiyor sebebini.
Bir de Cem Adrian albümü var: Şeker Prens ve Tuz Kral.
Prens onu da biliyor.
Bir masal gibi. Ama sonu mutlu bitenlerden değil.
Hem prens zaten mutlu sonların sadece bitmemiş hikayelerde olduğunu da biliyor.
Prens ayrıca değişmek de istiyor.
Olduğu kişiden memnun değil.
Ben bu değilim diyor.
Başka biriydim ben.
Beni bu hale kıskanç bir cadı getirdi.
Tuz kral seviyor şeker prensi masalda. Ama kavuşamıyorlar.
Prensin cadıyı bulması gerek. Çünkü o da sevmek istiyor aslında.
Ama kralı değil, prensini arıyor o. Kim olduğunu bilmiyor henüz.
Ama dedim ya cadının büyüsü işte.
Duygularını almış.
Prensin cadıyı bulup büyüyü kaldırması gerek.
Sonra da prensini bulacak.
Babasıyla da yüzleşmesi gerek prensin.
Kızgın olduğu babasıyla.
Aslında hiçbir şeyden haberi olmayan babasıyla.
Prens değişmeyi o kadar çok istiyor ki, tekrar sevgiyi hissetmeyi...
Ama cadının yaptığı büyü onu aptallaştırmış aynı zamanda.
Belki prensini bulursa bitecek her şey.
Belki büyüyü kaldırmanın yolu bu.
Ama prens aramayı akıl edemiyor bir türlü.
Bir şeyler yapması gerektiğini biliyor ama ne yapacağını bulamıyor bir türlü.
Prens uyuyor, uyanıyor tekrar uyuyor.
Yaşıyor ama yaşadığının bile farkında değil.
Belki birisi gelip yardım eder diye bekliyor.
Ama kimse gelmiyor.

14 Aralık 2013 Cumartesi

15.12.2013

Neden ki?
Yani neden böyle olması gerekli?
Mutlu olmak neden bu kadar zor?
Neden her gece Cem Adrian şarkılarıyla bitmek zorunda?
Neden hoşlandığım insanlar beni siklememek konusunda ustalaşmış insanlar oluyor?
Hani Erdal Beşikçioğlu diyor ya Behzat Ç.'nin finalinde "Unutmak undan geliyormuş. Birini unutmak için un ufak etmek gerekiyormuş. Bütün olarak unutamazmışsın. Yavaş yavaş unuturmuşsun. Sonra unuttuğunu da unuturmuşsun."
Her seferinde tam unuttuğum anda karşıma çıkıyor biri.
Ben istemiyorum ki karşıma çıkmasını.
Ama olmuyor. Hep buralarda bir yerde sanki.
Tam unuttuğum anı bekliyor ki, daha çok üzüleyim ben.
Tam gözyaşlarımı silip hayata dönmeye karar verdiğimde karşıma çıkıyor.
Sonra soruyorum işte ben de "Neden ki?"
Birlikte mutlu olsak... Ya da mutlu olmamıza gerek yok, birlikte olsak...
Ya da unutsam... Un ufak etsem... Bir hayalet gibi çıkmasa tekrar karşıma...
Ya da Cem Adrian şarkısında ki gibi "Beni tanrıya tekrar inandırabilir misin?" desem...
"Kimse inanmadı sana,bir ben taptım geldim
Dönecek yerim kalmadı, herşeyi mahvettim geldim
Şimdi beni biraz sever misin?" desem...

O kadar kötü biri miyim ki, insanlar beni takmıyorlar.
Ya da o kadar mı sevilmeyecek biriyim?
Ya da o kadar mı ezik biriyim? Sohbet bile etmek bu kadar mı zor?
Neden ki?

10 Aralık 2013 Salı

11.12.13

Tek yalnız benim sanırım.
Konuştuğum herkesin sevgilisi var.
Yalnız olmak konusunda bile yalnızım ben.
Kar yağdı bugün İstanbul'a.
Birine "Her yerde kar var, kalbim senin bu gece." demek istedim.
Diyemedim. Gururum izin vermedi. Bir de Efe.
"Boşver" dedi. Boşverdim ben de.
Her zaman başka bir şey yapıyormuş gibi sanki.
Bir de "Bekle." dedi. Belki de demedi ama o manaya gelen bir şeyler dediğine eminim.
"Peki." dedim. "Beklerim." Ya da bu manaya gelen bir şeyler işte.
Sanki beklemekten başka bir şey yapıyormuşum gibi.
Sanki ilk defa bekleyecekmişim gibi.
Yürümek zordur karda. Bir de bot giyiyorsanız, karda başka ne giyilir ki zaten, o zaman çok zor oluyor.
Her an bir düşme tehlikesi falan.
Ben bugün bir çizgiroman sitesinin çeviri takımına ya da alt takımına girdim. Bir aydır falan hayatımdaki ilk değişiklik olabilir bu. Önemli yani.
Ha bir de sıcak şarap denedim bugün. O da önemli ilk defa içtim sonuçta. Şarap sevmem pek ama fena değildi.
Hayat böyle işte. Bekliyorum ben de. Uzun zamandır hem de... Uzundan uzun zamandır...
Son olarak bugün 11.12.13. Bir halt olacağı yok da olsun hayal kurmak güzel bir şey sonuçta.

8 Aralık 2013 Pazar

9.12.2013

Saat sabah 5.
Sigaram bitti.
Param da bitti.
Geçen gün yürürken aklıma bir söz geldi. Benim sözüm olabilir, ya da bir yerde duyup da duyduğumu unutup kendim bulmuşum gibi hissetmiş de olabilirim.
Hepimiz kendi hayatlarımızın kahramanıyız, ama hiçbirimiz kahraman değiliz.
Aslında ben de istiyorum bir konu seçip onun hakkında edebi bir yazı yazmayı ama beceremiyorum.
Ben de gelip saçmalıyorum işte.
Hepimiz yaptıklarımızla bir şeyleri değiştirdiğimizi sanıyoruz ama aslında yaptıklarımız okyanusa taş atmak gibi. Küçük dalgalar yaratıyoruz ama okyanustaki metrelerce boyu olan dalgaların yanında anlamsızlaşıyoruz bizim küçük dalgalarımız.
Biliyorum hepiniz kelebek etkisini öne süreceksiniz.
Afrika'da bir kelebeğin kanat çırpması Amerik'da bir kasırgaya sebep olabilir.
Ama Afrika'da her kelebek kanat çırptığında Amerika'da kasırga olmuyor.
Yani sadece bazılarımız o kelebek etkisinden yararlanabilip bir şeyleri değiştirebiliyor.
Neyse başka bir konudan bahsetmek istiyorum şimdi: Aşk.
Dediğim gibi tek bir konuda yazmayı beceremiyorum. Neyse.
Aşkın tanımını yapmayacağım. Çünkü bilmiyorum. Aşık olmaktan da bahsetmeyeceğim.
Ben aşık olamamaktan, sevememekten, umursayamamaktan bahsedeceğim.
Çünkü bunlar benim sorunum. Aşık olmak değil.
Beni seven insanlar var, tamam, sevdiğini söyleyen insanlar var en azından. Birden fazlalar.
Ama ben onları aynı şekilde sevemiyorum nedense.
Ben kimseyi o şekilde sevemiyorum zaten.
Ben sevdiğimi sanıyorum bazen. Sonra şarkı bitiyor. Ya da bira...
Sabah uyandığımda aklıma kimse gelmiyor.
Sabah uyandığımda aklıma gelen tek şey, bugün kaça kadar uyudum acaba oluyor.
Aşık olmak genellikle sorun çıkarır ama aşık olamamak da büyük bir sorun bence.
Yani yalnızlıktan öleceğini hissetmek ama yanında kimseyi istememek...
Ben lisedeyken, bizim okulda bir sürü yakışıklı tatlı çocuk vardı, bazılarının gay olma ihtimali de vardı. Ama aptal olduğum için gidip hiçbiriyle konuşmadım.
Lisede aşk yaşamamış olmak en büyük pişmanlıklarımdan biri.
Aşk önemli sonuçta.
Hayat da zor zaten.
İşe mi girsem ben ya?
Neyse bu yazı çok uzadı.
Hadi kaçtım ben. Görüşürüz.