21 Mart 2014 Cuma

Aradaki Mesafe

İçimde her gün ölen umutlar var.
Selam gençler diyerek başlayayım bari.
Bugün Ygs'ye gireceğim okula bakmaya gittim. Okulu bulduktan sonra da bir dolaşayım diyerekten gezdim Çeliktepe'de biraz. Biraz yürüdükten sonra bir yola çıktım. Hani o hor gördüğümüz, hiçbirimizin yaşamak istemediği fakir, gecekondu hayatının ne kadar yakınımızda olduğunu farkettim.
Yolun bir tarafında büyük plazalar, iş merkezleri, gökdelenler, alışveriş merkezleri, diğer tarafında ise boyaları bile yapılmamış gece kondular...
Ölçtüğün zaman bir kaç metre var sadece, arada.
Ortak noktaları da çok iki tarafın.
Mesela iki tarafta da yaşayanlar sonraki gün ne giyeceğini düşünüyor. Bir taraftakiler dolabın içinde kaybolurken, diğer taraftakiler hangi kıyafetimde daha az yama var diye düşünüyor.
İki taraftakiler de şarap içiyor mesela. Bir tarafta zevk meselesiyken, diğer tarafta aile faciasına dönüşebiliyor.
İki taraftakiler de gelecek için plan yapıyor. Biri tatile nereye gideceğini düşünürken, diğeri ay sonunu nasıl getireceğinin planını yapıyor.
Aradaki mesafe sadece bir kaç metre.
Ama öyle bir duvar var ki arada. Görüyorlar, dibindeler ama ellerini uzatıp alamıyorlar.
O görünmeyen duvar o kadar yüksek ki, kendilerini öyle bir koruyorlar ki, biri elini uzatıp küçücük, ufacık bir şey bile almaya bile çalışsa, o kadar sert vuruyorlar ki, kalkamıyor bir daha.
Öyle bir sınır çizmişler ki, hepimiz aynı hayattaymışız gibi görünüyor ama onlar farklı bir dünyada yaşıyorlar.
Neyse işte bu da beni hayat hakkında düşünmeye itti, aslında çoğu şey beni hayat hakkında düşündürüyor.
Ne düşünsem ne hayal etsem, hep bir "Neden?" sorusu çıkıyor karşıma. Gelecek hakkında ne düşünsem, ne istesem bir "Neden?" var sonunda.
Ve verecek hiçbir cevabım yok.
İstediğim hiçbir şey yok.
Yaşıyorum. Biyolojik olarak yaşıyorum ama yaşamıyorum.
Yaşamak bir amaç sahibi olmak demek ve benim yok.
Cem Adrian dinliyorum üzülüyorum ama aşık olduğum biri bile yok.
Yaşamak hissetmek demek ama ben hissetmiyorum.
İstediğim hiçbir şey yok demiştim ama var.
Hissetmek istiyorum, bir amaç istiyorum.
Olmuyor.
Sanki bazılarımızın bu dünyada yeri yokmuş gibi.
Ortada kalmışız ya da yanlışlıkla olmuşuz gibi.
Yaşamak için değil de sadece nefes alıp ömrümüzü doldurmak için gelmişiz gibi.
Bir yerlerde bir hata olmuş da biz ortaya çıkmışız gibi.
Aynaya bakıyorum ve boşa gitmiş birini görüyorum.
Eğer istersem, yapabilirmişim ama sanki istek mekanizmasını bana koymayı unutmuşlar gibi.
İstemeyi istiyorum, ama "Neden?"
Ne olmak istiyorum? Ne yapmak istiyorum? 10 sene sonra kendimi nerede görüyorum?
Hiçbirinin cevabı yok bende.
Bir programdaki araya karışmış ve hiçbir gereği olmayan kodlardan biri gibiyim.
Amacımı arıyorum ama sanırım öyle bir şey yok.
Neyse işte ben yazıların sonunu bağlayamıyorum bir türlü.
O yüzden böyle ortada bırakıp gidicem.

9 Mart 2014 Pazar

İçimde Kalanlar

Hepimizin içinde kalan, söylemek isteyip de söyleyemediği şeyler var. Benim de var. Hem de çok. Bazı insanlara ne kadar yakışıklı olduğunu söylemek istiyorum mesela. Bazılarına ne kadar masum olduklarını. Bazen birine ondan hoşlandığımı. Bazen de nefret ettiğimi. Neden söyleyemediğimi bilmiyorum bunları. O kadar zor olmamalı diye düşünüyorum ama çıkmıyor kelimeler işte ağzımdan.
Ama en çok aileme eşcinsel olduğumu söylemek istiyorum. Özellikle onlara kızgın olduğumda. Cezalandırmak için. Tartıştığımızda yüzlerine vurmak istiyorum. Yüzlerine vurmak istiyorum. Ben eşcinselim ve eğer sorun varsa bende bu sizin suçunuz demek istiyorum.
Bu da beni başka bir şeyi düşünmeye itiyor. Sevgi. Bazen seviyorum insanları gerçekten. Ama bugün değil. Mesela insanları sevdiğim zamanlarda en çok annemi seviyorum ama bugün en çok ailemden nefret ediyorum. Bugün kimseyi sevmiyorum. Bugün ailemden daha çok nefret ettiğim tek bir şey var. Kendim.
Kendimden o kadar çok nefret ediyorum ki, kaçmak istiyorum. Kendimden bile... Henüz nasıl yapacağımı bulamadım. O yüzden uyuyacağım ve yarın tekrar insanları sevebilmeyi umacağım.
Görüşürüz.
Ya da görüşmeyiz.
Umrumda değil.
Sanırım.

5 Mart 2014 Çarşamba

06.03.2014

Böyle yakışıklı olmak da zor aslında. Yok lan kendim için söylemiyorum. Kendimi yakışıklı da bulmuyorum zaten. Ama düşünsene yakışıklısın, çok yakışıklısın. Herkes beğeniyor seni. Ama herkes havalı sanıyor falan. Ne bileyim garip işte. Korktuğu için yazmıyor sana insanlar mesela. Çekindikleri için konuşamıyorlar. Garip.
Bazen gitmek istiyorum. Otogara gidip rastgele bir şehir seçip, gitmek istiyorum. Gitmek kolay diyor insanlar. Hayır, gitmek en zoru. Gitmek için her şeyi arkanda bırakacak kadar güçlü olman gerek. Oysa kalmak için tek bir sebep yeter. Savaşmak zor derler. Hayır. Savaşmak için sonunda kazanacağın tek bir şeyin olması yeter. Kaçmak en kolayı derler. Hayır kaçmak için arkanda bırakacak hiçbir şeyin kalmaması gerek. Kaçmak için savaşmaktan daha çok cesaret gerekir. Kaçmak kolay gelir dışarıdan bakana. Çoğu insan zor olanı seçtikleri için kaldıklarına inanır. Oysa hepsi korkar kaçmaktan.
Ben kaçmak istedim. Her şeyden çok istedim. Ama malesef cesur biri değilim. Bir de nerede değilsen orada iyi olacağını düşünürsün derler. Ben herhangi bir yerde iyi olabilecekmişim gibi gelmiyor bana. Bu ben her yerdeyim demek mi oluyor?
Bir filmde hayat nefes aldığımız anların değil nefesimizin kesildiği anlardan oluşur derlerdi. O zaman ben hiç yaşamdım sanırım.
Bazen biri geliyor ve yeni tanıştık ama sana güvenebileceğimi hissediyorum diyor. Ne kadar saçma! Kim bana güvenir ki ben bile güvenmiyorken? Hem neden böyle bir şey söyler ki bir insan?
Bazen bir şarkı çalıyor. Birini düşünmek istiyorum o şarkıda. Aşık olmak istiyorum birine. Aklıma kimse gelmiyor.
Birinden hoşlandığım zamanlar oluyor. Birini sevdiğimi sanıyorum bazen. Sonra anlıyorum ki aslında sevmeyi bile beceremiyorum. Olmuyor. Soğuyorum. Konuşmak istemiyorum, bir gün sadece bir gün önce günlerce konuşmak istediğim o insanla. Beceremiyorum yani sevmeyi, ya da hak etmiyorum. Bilmiyorum.
Daha önce de dediğim gibi hiçbir şey bilmiyorum zaten.

3 Mart 2014 Pazartesi

Cem Adrian

Böyle garip bir sesi var Cem Adrian'ın. İçine işliyor, derine. Çok derine. Fazla derine. İçinde tuttuğun, sakladığın, hatırlama istemediğin, hissetmek istemediğin ne varsa çıkarıyor ortaya. Aslında ne kadar savunmasız, aslında ne kadar güçsüz olduğunu söylemiyor sadece, yüzüne çarpıyor, sert bir tokat gibi.
Alıyor, bütün o cana yakınlığını, mutluluğunuz. Sahte de olsa alıyor, gülümsemeni. İçinde hissettiğin ne kadar acı varsa çıkıyor. Tutamıyorsun, taşıyor. Gözlerin doluyor. Ağlıyorsun. Bazen o kadar derine giriyor ki sen bilmiyorsun, niye üzüldüğünü.
O şarkıyı açmadan önce ne kadar mutlu olduğunun, ne kadar güçlü hissetiğinin önemi yok. Bir an önce ne olduğunun hiçbir önemi yok. Başardıkların önemsiz. Seni seven insanlar o ses geldiği anda yok oluyor. Hiçbir şey kalmıyor, acı ve yalnızlıktan başka.
Ve o şarkıyı açtıktan sonra artık irade yok. Kim olduğunun, iradeni kullanarak nelerden vazgeçtiğinin önemi yok. Kapatamıyorsun.
O sesi duyduğunda oyun bitiyor. Sahte gülümsemeler kayboluyor. Güçlü görüntün gidiyor. Geriye içindeki güçsüz, mutsuz ve yalnız o küçük çocuk kalıyor.
"Çocuk" deyişi de ondan belki de. Biliyor, o çocuğu. Biliyor.