18 Aralık 2013 Çarşamba

19.12.2013

Kışın ne zaman bir yerde bir cam açılsa, içeri soğuk hava girse çocukluğumu hatırlarım ben.
Annemin kışın akşamları eve havalandırmak için camı açtığı bir sahne belirir gözümde.
Ben küçüğümdür o zaman. Çok küçük... Ama mutlu...
Güzel anılar hep hüzünlendirir beni.
Mutlu olduğum zamanlar aklıma gelir.
Mutlu olduğum zamanlardan daha çok üzen bir şey varsa o da inancım olduğu zamanları hatırlamaktır. Kendime inandığım zamanlar yani.
Yağmur yağar. O kadar çok yağar ki sel olur. O sel alır götürür beni gözyaşlarımla birlikte geçmişe.
Yağmur şiddetlendikçe, gözyaşlarım artar, yağmura destek verir.
Sonra ben dönemem geçmişten. Kalırım saatlerce, bazen günlerce...
Sonra annem arar. Kaç gündür aramıyorsun ne oldu der bana.
Annemle konuşmak hep zordur benim için.
Hep hayal kırıklığına uğratmışım gibi hissederim onu.
Oysa yanında kucağında yatarken her şey o kadar güzel gelir ki.
Her şey o kadar pembe görünür ki. Bir anlığına...
Sonra onun yapmamı istemediği ne kadar çok şeyi yaptığımı farkederim.
Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir der herkes.
Ama yol ayrımına geldiğinde bir yol seçmek o kadar zordur ki.
Bazen o kadar uzun süre düşünürsün ki o yol ayrımında, günler geçer önce, sonra yıllar geçer.
Bazen ömür biter de bir yol seçemezsin kendine.
Bazen de bir yol seçersin sonra beğenmezsin.
Geri dönmek istersin ama telafisi yoktur hiçbir seçimin.
Hayatın acımasız kurallarından biri daha işte.
Sen de beklersin belki bir yol bulur da geri dönerim diye.
İşte bundan sonra içmeye başlarsın zaten.
Çünkü içmek güzeldir.
Ayrıca içki unutturmaz hiçbir şeyi aksine dolu dolu yaşatır çoğu zaman.
Yaşadığını hissetmek ister bazen insan.
En azından ben istiyorum.

16 Aralık 2013 Pazartesi

17.12.2013

Saat 5 buçuk.
Kızgın bir prens var.
Söylemeyi istediği o kadar çok şey var ki.
O kadar sinirli ki.
Herkese sinirli prens.
Ama kimseye kendisine olduğu kadar sinirli değil.
Dediğim gibi prens kızgın.
İkinci sırada babası var.
Seviyor aslında babasını ama yine de kızgın işte.
Bilmiyor sebebini.
Bir de Cem Adrian albümü var: Şeker Prens ve Tuz Kral.
Prens onu da biliyor.
Bir masal gibi. Ama sonu mutlu bitenlerden değil.
Hem prens zaten mutlu sonların sadece bitmemiş hikayelerde olduğunu da biliyor.
Prens ayrıca değişmek de istiyor.
Olduğu kişiden memnun değil.
Ben bu değilim diyor.
Başka biriydim ben.
Beni bu hale kıskanç bir cadı getirdi.
Tuz kral seviyor şeker prensi masalda. Ama kavuşamıyorlar.
Prensin cadıyı bulması gerek. Çünkü o da sevmek istiyor aslında.
Ama kralı değil, prensini arıyor o. Kim olduğunu bilmiyor henüz.
Ama dedim ya cadının büyüsü işte.
Duygularını almış.
Prensin cadıyı bulup büyüyü kaldırması gerek.
Sonra da prensini bulacak.
Babasıyla da yüzleşmesi gerek prensin.
Kızgın olduğu babasıyla.
Aslında hiçbir şeyden haberi olmayan babasıyla.
Prens değişmeyi o kadar çok istiyor ki, tekrar sevgiyi hissetmeyi...
Ama cadının yaptığı büyü onu aptallaştırmış aynı zamanda.
Belki prensini bulursa bitecek her şey.
Belki büyüyü kaldırmanın yolu bu.
Ama prens aramayı akıl edemiyor bir türlü.
Bir şeyler yapması gerektiğini biliyor ama ne yapacağını bulamıyor bir türlü.
Prens uyuyor, uyanıyor tekrar uyuyor.
Yaşıyor ama yaşadığının bile farkında değil.
Belki birisi gelip yardım eder diye bekliyor.
Ama kimse gelmiyor.

14 Aralık 2013 Cumartesi

15.12.2013

Neden ki?
Yani neden böyle olması gerekli?
Mutlu olmak neden bu kadar zor?
Neden her gece Cem Adrian şarkılarıyla bitmek zorunda?
Neden hoşlandığım insanlar beni siklememek konusunda ustalaşmış insanlar oluyor?
Hani Erdal Beşikçioğlu diyor ya Behzat Ç.'nin finalinde "Unutmak undan geliyormuş. Birini unutmak için un ufak etmek gerekiyormuş. Bütün olarak unutamazmışsın. Yavaş yavaş unuturmuşsun. Sonra unuttuğunu da unuturmuşsun."
Her seferinde tam unuttuğum anda karşıma çıkıyor biri.
Ben istemiyorum ki karşıma çıkmasını.
Ama olmuyor. Hep buralarda bir yerde sanki.
Tam unuttuğum anı bekliyor ki, daha çok üzüleyim ben.
Tam gözyaşlarımı silip hayata dönmeye karar verdiğimde karşıma çıkıyor.
Sonra soruyorum işte ben de "Neden ki?"
Birlikte mutlu olsak... Ya da mutlu olmamıza gerek yok, birlikte olsak...
Ya da unutsam... Un ufak etsem... Bir hayalet gibi çıkmasa tekrar karşıma...
Ya da Cem Adrian şarkısında ki gibi "Beni tanrıya tekrar inandırabilir misin?" desem...
"Kimse inanmadı sana,bir ben taptım geldim
Dönecek yerim kalmadı, herşeyi mahvettim geldim
Şimdi beni biraz sever misin?" desem...

O kadar kötü biri miyim ki, insanlar beni takmıyorlar.
Ya da o kadar mı sevilmeyecek biriyim?
Ya da o kadar mı ezik biriyim? Sohbet bile etmek bu kadar mı zor?
Neden ki?

10 Aralık 2013 Salı

11.12.13

Tek yalnız benim sanırım.
Konuştuğum herkesin sevgilisi var.
Yalnız olmak konusunda bile yalnızım ben.
Kar yağdı bugün İstanbul'a.
Birine "Her yerde kar var, kalbim senin bu gece." demek istedim.
Diyemedim. Gururum izin vermedi. Bir de Efe.
"Boşver" dedi. Boşverdim ben de.
Her zaman başka bir şey yapıyormuş gibi sanki.
Bir de "Bekle." dedi. Belki de demedi ama o manaya gelen bir şeyler dediğine eminim.
"Peki." dedim. "Beklerim." Ya da bu manaya gelen bir şeyler işte.
Sanki beklemekten başka bir şey yapıyormuşum gibi.
Sanki ilk defa bekleyecekmişim gibi.
Yürümek zordur karda. Bir de bot giyiyorsanız, karda başka ne giyilir ki zaten, o zaman çok zor oluyor.
Her an bir düşme tehlikesi falan.
Ben bugün bir çizgiroman sitesinin çeviri takımına ya da alt takımına girdim. Bir aydır falan hayatımdaki ilk değişiklik olabilir bu. Önemli yani.
Ha bir de sıcak şarap denedim bugün. O da önemli ilk defa içtim sonuçta. Şarap sevmem pek ama fena değildi.
Hayat böyle işte. Bekliyorum ben de. Uzun zamandır hem de... Uzundan uzun zamandır...
Son olarak bugün 11.12.13. Bir halt olacağı yok da olsun hayal kurmak güzel bir şey sonuçta.

8 Aralık 2013 Pazar

9.12.2013

Saat sabah 5.
Sigaram bitti.
Param da bitti.
Geçen gün yürürken aklıma bir söz geldi. Benim sözüm olabilir, ya da bir yerde duyup da duyduğumu unutup kendim bulmuşum gibi hissetmiş de olabilirim.
Hepimiz kendi hayatlarımızın kahramanıyız, ama hiçbirimiz kahraman değiliz.
Aslında ben de istiyorum bir konu seçip onun hakkında edebi bir yazı yazmayı ama beceremiyorum.
Ben de gelip saçmalıyorum işte.
Hepimiz yaptıklarımızla bir şeyleri değiştirdiğimizi sanıyoruz ama aslında yaptıklarımız okyanusa taş atmak gibi. Küçük dalgalar yaratıyoruz ama okyanustaki metrelerce boyu olan dalgaların yanında anlamsızlaşıyoruz bizim küçük dalgalarımız.
Biliyorum hepiniz kelebek etkisini öne süreceksiniz.
Afrika'da bir kelebeğin kanat çırpması Amerik'da bir kasırgaya sebep olabilir.
Ama Afrika'da her kelebek kanat çırptığında Amerika'da kasırga olmuyor.
Yani sadece bazılarımız o kelebek etkisinden yararlanabilip bir şeyleri değiştirebiliyor.
Neyse başka bir konudan bahsetmek istiyorum şimdi: Aşk.
Dediğim gibi tek bir konuda yazmayı beceremiyorum. Neyse.
Aşkın tanımını yapmayacağım. Çünkü bilmiyorum. Aşık olmaktan da bahsetmeyeceğim.
Ben aşık olamamaktan, sevememekten, umursayamamaktan bahsedeceğim.
Çünkü bunlar benim sorunum. Aşık olmak değil.
Beni seven insanlar var, tamam, sevdiğini söyleyen insanlar var en azından. Birden fazlalar.
Ama ben onları aynı şekilde sevemiyorum nedense.
Ben kimseyi o şekilde sevemiyorum zaten.
Ben sevdiğimi sanıyorum bazen. Sonra şarkı bitiyor. Ya da bira...
Sabah uyandığımda aklıma kimse gelmiyor.
Sabah uyandığımda aklıma gelen tek şey, bugün kaça kadar uyudum acaba oluyor.
Aşık olmak genellikle sorun çıkarır ama aşık olamamak da büyük bir sorun bence.
Yani yalnızlıktan öleceğini hissetmek ama yanında kimseyi istememek...
Ben lisedeyken, bizim okulda bir sürü yakışıklı tatlı çocuk vardı, bazılarının gay olma ihtimali de vardı. Ama aptal olduğum için gidip hiçbiriyle konuşmadım.
Lisede aşk yaşamamış olmak en büyük pişmanlıklarımdan biri.
Aşk önemli sonuçta.
Hayat da zor zaten.
İşe mi girsem ben ya?
Neyse bu yazı çok uzadı.
Hadi kaçtım ben. Görüşürüz.

28 Kasım 2013 Perşembe

28.11.2013

2 haftadır yazmıyorum buraya.
Facebook profilimi kapattım.
Sanırım beni okuyan 3-5 kişi de oradan bakıyordu.
Kendi başımayım artık sanırım.
Yine Cem Adrian şarkısı çalıyor.
Sigara da var tabi.
Kış hüznün mevsimidir derler.
Ben hüzünlüyüm genellikle.
Ama sevmem kışı pek.
Kendi başıma çıkıp dolaşmak isterim ben hep.
Ama markete gitmeye bile üşenirim tek başıma.
Anlatmak istediğim şeyler var insanlara.
Ama konuşmayı beceremiyorum.
Büyüdükçe çocukluğuma dönüyorum sanki.
Büyüdükçe ne kadar küçük olduğumu farkediyorum.
Ben büyüdükçe sorunlarım da büyüyor, ama ben sorunlarımla başa çıkacak kadar büyüyemiyorum.
Ya da ben büyümüyorum, sadece yaşlanıyorum.
Bilmiyorum.
Ben zaten hiçbir şeyi bilmiyorum.
Şimdilik bu kadar sanırım.
Görüşürüz, tabi beni duyan birileri varsa.

15 Kasım 2013 Cuma

16.11.2013

Saat 3.
Ben bugün ya da bu gece 2 birayla sarhoş oldum.
Ben bugün birinden mesaj bekledim hep.
Gelmedi.
Ben bugün merak ettim, nasıl bu kadar kolay bağlanabildiğime birine.
Bulamadım.
Ben bugün üzüldüm.
Bilmediğim ya da bilmek istemediğim bir nedenle.
Ben dün adam olurum sandım.
Anladım ki olmayacağım.
Ben dün mutlu olabilirim sandım.
Fark ettim ki gerçekleşmeyecek bu hayal.
Ben bugün Cem Adrian dinledim.
Öğrendim ki tek mutsuz ben değilim.
Ben bugün iki bira aldım.
Keşke daha fazla alsaydım.
Çünkü bütün gece içmek istiyorum.
Ben dün kendimle barışmıştım.
Bugün savaş açtım kendime.
Ben bugün... Ben bugün çok şey öğrendim.
Ben bugün daha uzun yazmak isterdim aslında.
Ama bu kadar işte bugünlük.
Görüşürüz.

13 Kasım 2013 Çarşamba

13.11.2013

Bugün güzel bir gündü.
Farkettim ki mutluluk, biraz da korkmakmış aslında.
Baştan başlayalım.
Hiç çalışmadığım bir sınavdan çok iyi bekliyorum.
Sonra akşam hayatımda gördüğüm en tatlı çocukla tanıştım.
Yani aslında yüz yüze görüşmedik. Skype'ta konuştuk.
Gülümsemesiyle, her şeyin yoluna gireceğine inandırdı beni.
Şimdi korkuyorum ama.
Ya tekrar konuşamazsam diye.
Sevmek de korkmakmış aslında.
Kaybetmekten korkmak.
Daha önce yaşamamışım ben.
Sevmemişim ben.
Bugüne kadar.
Bilmiyorum belki geçici bir şeydir.
Ama belki de sonunda bulmuşumdur aradığımı.
Sesini duyamamış olmam kötüydü bir tek.
Ama gülümsemesini görmek bile etkiledi beni.
Birine nasıl bu kadar kolay bağlanabildiğime de şaşırdım aslında.
Daha ismini bile bilmiyorum ki.
Ama tekrar konuşamamaktan o kadar korkuyorum ki, tekrar online olana kadar bilgisayar başında bekleyebilirim.
Ve biliyorum bu sefer ki yanılsama değil.
Eğer yanılsama olsaydı korkmazdım ki.
Eğer yanılsama olsaydı yapmaya üşendiğim bir sürü şeyi bir gün içinde halletmezdim.
Eğer yanılsama olsaydı odam hala eskisi gibi dağınıklıktan dökülüyor olmazdı.
Şimdilik bu kadar sanırım.
Görüşürüz.

11 Kasım 2013 Pazartesi

11.11.2013

Bu yazıyı bir arkadaşıma ithaf etmek istiyorum.
İsmi Efe. Tanımazsınız siz.
Hayatımdaki çok az iyi şeyden biri.
Yazdıklarımı okuyup, yorumladı mesela.
Daha açık olmamı istedi, deneyeceğim.
Tabi ki Cem Adrian dinliyorum.
Birazdan bir sigara da yakarım heralde.
Bir de bugün Efe'nin arkadaşının doğum günüydü arkadaşı görmez ama yine de doğum günü kutlu olsun.
Hayatımdan bahsedecek olursak, hala yalnızım, hala işler yolunda değil.
Hala ne istediğime karar verebilmiş değilim.
Ve hala acıyor kalbim, kırılmadığı halde.
En azından kırıldaysa da ben farkında değilim.
Bilmiyorum pek açıklayacı olamadım sanırım.
Haftasonu ağabeyimin yanındaydım. Çok ilginç bir kelime aslında herkes "abi" diyor. Türk Dil Kurumu'nun bir şeyler yapması gerekli bence bu konuda.
Bilgisayar Mühendisi olduğu için, bir iki soruyla farketti tabi bölümüme ve derslere olan ilgisizliğimi.
Başka bir bölüm okumayı düşünür müsün dedi?
Düşündüm başka ne istediğimi bir türlü bulamadım.
Tamam sevmiyorum bölümümü ama bırakırsam ne okuyacağım ki?
İlgimi çeken hiçbir şey yok.
Sadece üniversite olarak değil.
Dünyada ilgimi çeken pek bir şey yok.
Hayat bence çok sadist.
Her zaman insanlara eziyet etmenin bir yolunu buluyor çünkü.
Yalnız olmak, etrafında kimsenin olmaması değil bence.
Yalnız olmak, milyonlarca derdin varken konuşacak kimsenin olmaması...
Yalnız olmak, tek bir gülüşle insanları kandırabilmek...
Yalnız olmak, insanların etrafında olup, derdini sormaya tenezzül etmemesi...
Yalnız olmak, koca dünyada tek başına savaşmak...
Yalnız olmak, yalnız kalmaktan korkmak...
Yalnız biri olarak şimdilik veda ediyorum sizlere.
Görüşürüz.

7 Kasım 2013 Perşembe

08.11.2013

Az önce ev arkadaşımın odasındaydım.
Çeviri ödeviyle uğraşıyordu.
Yardım ettim tabi biraz.
Sonra farkettim ki 5 sene sonra işi o olacak.
Diğer ev arkadaşımın da bir mesleği olacak.
Sonuçta birer meslekleri olacak.
İstedikleri mesleği yapıyor olacaklar.
Bunun için uğraşıyorlar.
Sonra kendimi düşündüm.
Okuduğum bölümü...
Sonra 5 sene sonra nerede olacağım acaba dedim.
5 sene sonra olmak istediğim bir yer yok.
Hayatımın gidebileceğini düşündüğüm bütün yönlerde huzuru bulduğumu hayal edemiyorum.
Mutluluktan bir süre önce vazgeçtmiştim zaten.
Biliyorum mutlu olduğum, daha doğrusu olduğumu sandığım zaman, yani bir iki gün önce yazdığım yazı aklınıza geldi.
Sadece yanılsama takılmayın çok.
Bir şarkıda geçen bir söz: You are only as tall as your heart let you be.
Yani, sadece kalbinin izin verdiği kadar büyüksündür
Sorun şurada, ben kalbimde uzun zamandır bir şey hissetmedim.
Yani arada koştuğumda falan daha hızlı çarpıyor ama onun dışında pek bir hareketlilik yok.
Uzun zamandır yok. Uzundan da uzun zamandır.
Hissetmeye çalıştığım hissetmek istediğim şeyler uzun zamandır yok.
Bazen bir aşk şarkısı duyuyorum. Seviyorum ama o şarkıda yerine koyacağım kimse de yok.
Olsa da pek bir şey değişmez heralde.
Neyse işte hayattan beklentim yok, duygularımın çoğu yok.
Sadece acı var, her gece yatağa yattığım üzerime karabasan gibi çöken acı.
Nereden geldiğini bilmediğim acı...
Ne zaman gideceğini bilmediğim acı...
Son bir şarkı sözüyle kapatıyorum. Çevirisini yazmayacağım. Çünkü anlamanız için yazmıyorum.
Yeah, I have friends, but they have friends,
And they have parties, and I'm so awkward.

6 Kasım 2013 Çarşamba

07.11.2013

İnsanlar bilmez. Ben de üç gün öncesine kadar bilmiyordum. Never Shout Never diye bir grup var.
Şimdi söze bakın: So, won't you sing with me,
'Cause it's cold outside, and I'm feeling kinda lonely.
 Anlamadınız. Normal sakin. Tercümesi: Yani benimle şarkı söylemeyecek misin?
Çünkü dışarısı soğuk ve ben yalnız hissediyorum.
Yani kısacası hayat zor.
Ben de yalnız sayılırım. İşin kötü yanı bunu söyleceğim kimse de yok ki etrafımda.
Yani ev arkadaşlarımdan birine desem siktir git der.
Ev arkadaşlarımı kötülemiyorum.
Haklılar bir açıdan.
Çünkü şarkı söylemeyi beceremiyorum.
Neyse konumuz bu değil.
Yani isterdim ki böyle biri olsun hayatımda, şarkı söyleyelim, eğlenelim, sinemaya gidelim. Ama arkadaş kalalım diyeceğimi sanıyorsunuz, değil mi?
Hayır ne olursak olalım, ama eğlenelim, sevgili, arkadaş, dost, fuckbuddy...
Aslında garip...
Yani senelerce başka birine ihtiyaç duymayadan yaşabileceğimi düşünüyordum.
Yalnızken daha iyiyim. En azından bana katlanmak zorunda olan kimse yok.
İnsanları umursamıyor değilim. Yani çok büyük bir kısmı umrumda değil ama umursadığım az sayıda insan var.
Sadece bunu nasıl göstereceğimi bilemiyorum.
Kısaca arkadaş ya da sevgili ilişkiler konusunda acınası durumdayım.
Başarılı olduğun bir şey var mı derseniz, ah, sanırım o da yok.
Neyse gelecek sefere kadar hoşca kalın, ya da kalmayın banane.

5 Kasım 2013 Salı

05.11.2013

Mutluyum ben bugün.
Hep mutsuz olunmaz sonuçta.
Her yazı da mutsuzlukla, belirsizlikle ilgili olmaz.
Bugün mutluluk konumuz. Çünkü mutluyum ben bugün.
Neden olmayayım ki?
Sınavım iyi geçti. Dün çok güzel bir şarkı keşfettim. Ve ev arkadaşım bana alınabilecek en güzel hediyeyi aldı. Küçük Prens'li bir bardak altlığı. Bir fotoğrafını atarım belki.
Sonuç olarak ben de mutlu olabiliyormuşum yani.
Ayrıca o kadar da zor değilmiş mutlu olmak.
Umut etmek.
Her şeyin güzel olabileceğine inanmak.
Umarım gece de aynı şekilde düşünüyor olurum.
Hayat tabi ne olacağı belli olmaz.
Ama belki de bu sefer hayatım düzene girer.
En azından öyle umabilirim.
Her şeyi unuturum belki, dertlerimi, sıkıntılarımı, bana zarar veren her şeyi.
Şimdi biraz da bazı insanlardan bahsetmek istiyorum.
Hani bazı insanlar vardır, böyle onunla konuşmak rahatlatır seni.
Bir şey anlatmana gerek kalmaz, onun yanında olmak, onun sesini duymak umut verir sana.
Öyle insanlar vardır ki, kendine olan nefretini bile söndürür.
Hah işte benim de öyle bir insanım var.
Arada mesaj atarım ararım sonra umut dolar hayatıma devam ederim.
Aşk gibi değil bu. Ya da öyle emin değilim.
Herneyse yeni bardak altlığım bu da.

3 Kasım 2013 Pazar

04.11.2013

Bugün 4 Kasım 2013. Hiçbir şey anımsatmıyor bana.
Yine bir Cem Adrian şarkısı ve dolu bir küllükle karşınızdayım.
Aslında karşınızda değilim tabi ama konumuz bu değil.
Konumuz her zamanki konu.
Yani ben. Yani kendimi arayışım. Hatırladığım ama hissetmediğim şeyler.
Kaybettiğim duygularım.
Kendimi oyun, dizi, çizgi-roman üçgenine nasıl bıraktığımı hala anlayamam.
Neden bu kadar asosyal oluşum.
Neden kendimden nefret ediyor olmam.
Çözemediğim, çözebilmeyi artık umamadığım konular yani.
Kafamın içindeki karışıklık.
İçinden çıkamadığım, sadece yazabildiğim ya da yazmaya çalıştığım şeyler.
Cesaretimi nerede kaybettiğim.
Doğru olduğuna inandığım şeyleri savunmaktan ne zaman vazgeçtiğim.
Çocukluğum. Ve kendimi gördüğüm bazı çocuklar.
Neden hep Cem Adrian dinliyor olmam.
Neden her şeyin ters gittiği değil. Neden hiçbir şeyi düzeltmeye çalışmıyor olmam.
Neden savaşmak vazgeçmiş olmam.
Neden insanları kaybediyor olmam değil. Onlar giderken neden sadece izliyor olmam.
Neden ailemi sevmiyor olmam değil. Neden sevmeye çalışmıyor olmam.
Yine her zamanki gibi bir sürü cevapsız soru.
Neyse ben kaçıyorum.
Şimdilik.

2 Kasım 2013 Cumartesi

02.11.2013

Vermem gereken kararlar var.
Bazıları hayatıma yön verecek kararlar.
Ama önce kim olduğumu bulmalıyım. Ve ne istediğimi...
Zamanın geçtiğini farkettim. Hep genç kalmayacağımı... Ailemin her zaman yanımda olmayacağını...
Hep öğrenci kalmayacağımı farkettim bir de.
Bir meslek seçmem gerekli.
Kim olduğunu unutan biri için gerçekten zor aslında.
Kendini insanlara kapatmanın kötü yanı da bu zaten. Onlar da bilmiyor kim olduğunu.
Düşündükçe yaşamaktan nefret ediyorum. Keşke düşünmeyi durdurmanın bir yolu olsaydı.
Sadece yaşadığımı farkettim. Sadece yaşıyorum artık, hissetmiyorum, zevk almıyorum.
Sahiden nelerden zevk alırdım acaba ben?
Hayallerim olduğunu hatırlıyorum. Zeki biriydim sanırım bir de.
Benliğimi arıyorken, insanlara hiçbir şey olmuyormuş gibi göstermek de zor.
Ha bir de sigaradan nefret ederdim ben. Gerçekten ilginç değil mi?
Herkesin hayalleri var.
Sokakta insanlar görüyorum. Bir şeyler için uğraşıyorlar. Bense sadece geçiyorum.
Sanki herkes bu dünyaya bir amaç gelmiş de ben yanlışlıkla olmuşum gibi.
Sanki herkes bir şeyler başarmış bir tek ben sürünüyormuşum gibi.
Sanki herkes mutluymuş da bir tek ben oturmuş bunları düşünüyormuşum gibi.
Bu dünyadaki tek amaçsız insan benim sanırım.
Bugünlük ya da bu gecelik bu kadar sanırım söyleyeceklerim.
Görüşürüz öyleyse.

31 Ekim 2013 Perşembe

31.10.2013

Yine bir Cem Adrian şarkısıyla yolum buraya düştü.
Son sigaramı şimdi mi içsem yoksa geceye mi saklasam ikileminde boğulurken hayatımı düşündüm.
Ne kadar kararsız olduğumu farkettim.
Marketten cips alırken bile hangisini alsam da diye 1 saat düşündüğümü farkettim.
Ve her ikilemin sonunda hep kötü olanı seçtiğimi de farkettim.
Bu arada dayanamayıp sigaramı yaktım.
Umarım bu da pişman olacağım seçimlerden biri değildir.
21 yaşındayım ben. Çoğu zaman daha küçük gösterdiğimi söylüyorlar.
Ama ben kendimi 70 yaşında biri gibi hissediyorum.
Sanki yaşayacağı her şeyi yaşamış da artık dinlenmeye çekilmiş gibi.
Yaşam gücümü emen bir şeyler var, bulamıyorum bir türlü.
Hep depresif şeyler yazıyorum.
Belki önce kafa yapımı değiştirip pozitif bakmalıyım olaylara.
Belki ondan sonra hayatımı değiştirmek için bir şeyler yapabilirim.
Bir de bana sorumluluğu öğretecek birine ihtiyacım var.
Ders çalışmanın, derslere gitmenin gerekliliğini anlatacak birine...
Çünkü üniversiteye gelene kadar gayet başarılı bir öğrenciydim ve hiç gerek olmamıştı bunlar bana.
Küçükken hatta üniversiteye gelene kadar hiç ders çalışmama gerek olmamıştı ki. Ödevleri yapmazdım evde pek ders çalışmazdım ama notlarım iyi olduğu için kimse bir şey demezdi. Keşke deselerdi.
Şimdi bulunduğum yerde o zaman ders çalıştırsalarmış diyorum zorla.
Neyse şimdilik bu kadar gelecek sefere kadar güle güle.

29 Ekim 2013 Salı

30.10.2013

Hayat sanki hiç yaşadamadığım tecrübelerden oluşuyormuş gibi bazen.
Bazen de sanki her şeyi denemişim de geriye ne kaldı modunda.
Sevmek istiyorum önüme ilk çıkan adamı ama sevmeyi de öğrenemedim ki hiç.
Sanki ayrılık acısı yaşıyormuşum gibi hiç sevemeden hem de.
Kafamın içinde o kadar çok kişi var ki.
Büyük bir savaş var aslında geleceğimle ilgili.
Herkes bir şeyler söylüyor kafamın içinde.
Bense çaresiz... Yapayalnız çoğunlukla.
İnsanlar hep yüzeydeler. Sadece gördükleriyle ilgililer.
Bense boğuluyorum. En derinde belki de...
Kulağımda kulaklık var hep. İnsanlar merak edip sormuyuor bile neden bu kadar müzik dinlediğimi.
Bir gece daha bitti ve güneş doğuyor.
Bir gece daha uygusuzluk, sigara ve kahveyle bitiyor. Bir de bira... O olmazsa olmaz çünkü.
Hepimiz bakıyoruz ama ne sanırım ne kadar az görürsek o kadar mutlu oluyoruz.
Hepimiz yaşıyoruz ama sıradan yaşayanlarımız daha mutlu be sanki.
İnsanlar uyuyor, uyanıyor, işe, okula gidiyor. Ben uyuyamıyorum. Uyanamıyorum. Ne zaman uyuyup ne zaman uyanık olduğumu da farkedemiyorum artık aslında rüyalarım yüzünden.
Ya iki tane kişiliğim varsa uyuyunca bunları yazan kişiden haberi olmayan biri ortaya çıkıyorsa diye düşünüyorum bazen. Sonra acaba neler yapıyor diyorum. Acaba mutlu mu? Belki de benim yıllar önce unuttuğum asıl kişiliğim odur diyorum kendime. Belki de bir gün tanışırım onunla.

25 Ekim 2013 Cuma

26.10.2013

Acıyor. Kalbim acımıyor sadece. Bütün vücudumda hissediyorum acıyı. Bazen yürürken ayaklarım boşalıyor düşüyorum. Kimse görmüyor. Kimse farketmiyor bile neler çektiğimi.
Bazen ağlıyorum. Bazen onu bile yapamıyorum.
Bazen çok sıkılıyorum mesela. O kadar sıkılıyorum ki sıkılmak bile sıkıcı geliyor.
Bazen birini düşünüyorum. Sonra imkansızlığı geliyor aklıma. "Kendini acınacak hale düşürüyorsun." diyorum kendime.
Bazen istiyorum ki herkes beni tanısın. Bazen de bir gökdelenin en üst katında tek başıma senelerce kalmak istiyorum.
Bazen mutlu olduğumu sanıyorum. Sonra hayat hatırlatıyor bir şekilde dertlerimi, "Mutlu değilsin sen." diyor. "Bunlar sadece yanılsama."
Bazen alıyorum elime kalemi, bazen yazıyorum, bazen onu da yapamıyorum ben.
Eskiden spor yapardım, ben resim çizerdim, gitar çalmaya çabalardım. Çabalardım, denerdim, zorlardım şartları. Şimdi sadece nefes alıyorum. Aslında onu da çoğu zaman ben yapmıyorum, vücudum zorunda olduğu için yapıyor sanırım.
Biriyle konuşuyorsun, zannediyorsun ki hep yanında olacak zannediyorsun ki o da seni seviyor. Ama sonra farkediyorsun ki sen aramadığın zaman aklına bile gelmiyorsun.
Başka bir yönden bakarsak da bazen biri geliyor seni seviyor gerçekten seviyor seni ama sen sevemiyorsun, ne kadar iyi, yakışıklı, tatlı, uzun boylu veya kaslı olması hiçbir şeyi değiştirmiyor. Sevemiyorsun işte. Ama o seviyor hem de kendinden nefret etmeni sağlayacak kadar.
Bense oturmuş Cem Adrian dinleyerek ağlıyorum çoğu gece olduğu gibi.