16 Haziran 2017 Cuma

Hayallerimiz

-Bana bir masal anlat, bu güzel gün batımında.

-Sence de masal anlatılacak yaşı çoktan geçmedin mi?

-Kimse masal anlatılacak yaşı çoktan geçemez.

-Yine de 25 yaşında birine anlatılmaz bence.

-25 çok mu?

-Az mı?

-Çok, değil mi? Yine de bir masal anlat bana bugün. Güzel olsun. Mutlu olsun. İçinde hep mutluluk olsun. Ama İstanbul olmasın.

-İstanbul bugün sevmedi mi seni?

-Hayat bugün sevmedi beni. Hep güzel şeyler olsun içinde. Kötü adamlar olmasın. Kötü hayatlar olmasın. Acı da olmasın. Hayallerimizdeki gibi olsun.

-Bizim hayallerimizdeki gibi mi?

-Hepimizin hayallerindeki gibi.

-Hepimizin hayalleri var mı?

-Bilmem. Ama önemli olan o değil. Önemli olan, eğer hayallerimiz yoksa biz var mıyız?

Durdu. Etrafına baktı. Sanki son kez seyreder gibi hafızasına kazıdı gördüklerini. Son bir kez, çekip gitmeden önce bu dünyadan son bir kez, şükretti bir güneş batımı daha izleyebildiği için.

16 Mayıs 2017 Salı

Kendime Tavsiyeler

Kimseyi büyütme gözünde. Kimseyi kahramanlaştırma. Göründüğünden fazlası olduğuna inanma kimsenin. Gördüğünle yetin. Gördüğünü sev. Hissettiğini sev. Sevdiğini kahramanın yapma. Kahramanın olanı sev.
Olduğu gibi görüneni arama. Kimse olduğu gibi görünmez. Maskeleri de sevme. Maskeler düşer. Maskenin altından çıkanı sev.
Hemen sevme mesela. Ama çok geç de kalma sevmek için.
Geçmiş sevdalarını unutma. Ama geçmişe de çok takılma.
Unutma, bütün sevdaların kalbinde yer kaplar. Ama eskilerin kalbini tamamen doldurmasına izin verme.
Sır saklama. Sevdiğini söylemekten çekinme. Sabah akşam da söyleme ama.
Hissettiğini yaşa. Ya da yaşadıklarını hisset.
Sevdiğini koru ama kahramanı olmaya çalışma. Sevdiğini hissettir ama çok büyük beklentiler yaratma.
Umut etmeye devam et. Ama boş umutlara da kapılma.
Hayatı yaşa, mutlu ol ve denemekten vazgeçme.

7 Mayıs 2017 Pazar

Hayatta Kalmak

Gözlerinde denizi gördüğün insanı sevme. Gözlerinde evreni gördüğün insanı da sevme. Gözlerinde kendini gördüğün insanı sev. Sana baktığında seni gören insanı sev. Geçmişinle, hatalarınla, kırılmış hayallerinle, kırılmış kalbinle... Umutlarınla bir de...
Ya da sevme. Sevmek aradığın cevap değil. Soruyu bilmiyorsun henüz. Soruyu çoğu insan bilmiyor aslında. Ben de bilmiyorum. Bir soru olduğunu biliyorum. Bir cevap arıyorum. Belki de önce soruyu aramalıyım.
Sevmeyi denedim. Cevaba ulaştırmadı. Sevilmeyi de denedim. Hala deniyorum aslında. Bir cevaba ulaştırmayacak sanırım. Ulaştırırsa söylerim.
Yazmak da cevap olabilir. Yazmayı da denemelisin. İçinden gelenleri yaz. Bağırmak istediklerini yaz. Kimse okumasa da yaz. Önemli olan okunmak değil. Önemli olan yazmak. Cevap olmaya da bilir yazmak. Denemeden bilemezsin.
En önemlisi denemek sanırım. Aslında değil. Belki cevabı bulmak için önemli ama hayattaki en önemli şey değil. Çünkü hayattaki en önemli şey hayatta kalabilmek.

14 Şubat 2017 Salı

Son Sigara

Bir bira iyi olurdu şu an.
Hayat bazen sorunlardan oluşur. Hayat çoğu zaman sorunlardan oluşur aslında.
Güzel bir söz ya da güzel bir şarkı bir insanın hayatına yön verebilir. Genellikle filmlerde olur böyle şeyler. Güzel bir film de insanın hayatını değiştirebilir. Zaten aslında bütün sanatlar bunun için vardır.
Güneşin yağmurla birlikte göründüğü bir günde, eğer biraz da rüzgar varsa, bir binanın tepesinde, elimde bir sigarayla, belki de son sigaramla...
Üç sene önce "22 yaşında birinin olması gerektiği kadar olgun biri değilim." demişim. 22 yaşında biriyle tanıştım yakın zamanda. Haklıymışım. Doğrusunu söylemek gerekirse hala değilim. Çocukça sorunlar arasında, küçük bir çocuk gibi sızlana sızlana, kelimeleri sanki sınırlıymış gibi az az konuşarak, oysa göz yaşlarımın sınırı yokmuş gibi çokça ağlayarak, biraz da müzikle tabi...
Yarım kalmış cümleler... Yarım kalmış hayaller... Yarım kalmış umutlar... Yarım kalmış hayatlar...
Bir gün, bir sahil kenarında, yarım kalmışlarımla, günün ortasında, elimde bir şişe şarapla, belki de bir parça huzurla...
"Dünyayla olan savaşında dünyanın yanında ol." demiş Kafka. Garip bir adammış vesselam. Ama haklıymış da.
En sevdiğim tekli koltukta, elimde bir kitapla, soğuk bir havada, sümüklü peçetelerimle, kahvemi ve sigaramı da almadan asla...

22 Ağustos 2016 Pazartesi

...

Bazı şeyler vardı, anlatmak istediğim. Yeteneğim olsaydı şarkı yapardım. Yoktu, yazdım.
Bazı şeyler vardı, unutmak istediğim. Amirimin de dediği gibi unutmaya çalıştıkça daha net hatırladım. Haklıymış, geçmiyormuş.
Şimdi dönüp baktığımda anlatmak istediğim çoğu şeyi anlatamamışım. Gerçekten de yeteneğim yokmuş.
Sözlü sınavlarda hiç başarılı olamadım. Hep bildiklerimi unuttum, tahtaya kalkınca.
Bir de insanlar hep fazlasını bekledi benden. Oysa harcanmış bir potansiyelden çok abartılmış biriydim ben. Hiç olduğumdan daha fazlası olmak istemedim. Hiç olduğumdan daha fazlasıymışım gibi görünmek de istemedim. Ama herkes hep daha fazlasını gördü bende. İnanmadılar bu kadar olduğuma.
Seçme şansım olsaydı müziğe yeteneğim olsun isterdim.
Bir de sigaraya başlamamak isterdim.
Cem Adrian dinleyecek kadar mutsuz olmamayı isterdim.
İntiharın kelime anlamını hiç öğrenmemeyi isterdim.
Belli ki seçme şansım yok.
Belli ki balkonda Cem Adrian dinlerken sigaramı yakmak dışında bir seçeneğim de yok.
Ve son olarak, hayır istemem bir başkasını, yalnız ayağa kalkamam belki ama istemem.

21 Mart 2016 Pazartesi

Olduğumdan Çok Olmadığım Şeyler

Teoman ne güzel söylemiş. Her zaman kolay değil sevmeden sevişmek, tanımak bir vücudu, alışmak ve kaybetmek. Artık saymıyorum kaç sonbahar geçmiş, en son bir vücuda alışmamdan beri. Birileri geliyor, gidiyor. Mevsimler geçiyor. Uyuyorum, uyanıyorum. Bazen sanki mutlu olmuyorum da, daha az üzülüyorum. Bazen daha çok...
Güneşli bir sabah evden çıkıyorum. Yürüyorum. Metrobüse biniyorum. Güzel bir şey metrobüs. Trafiğe de girmiyor.
Bazen birini görüyorum. Sanki tanımak istiyorum.
Güzel bir şarkı açıyorum. Hayal kuruyorum. Yol uzun çünkü.
Bazen Şebnem Ferah giriyor. "Bitti, bitti, zor oldu ama bitti" diyor. Benim hiç güzel bir hikayem olmadı diye düşünüyorum.
Kızıyorum kendime. Çok kızıyorum. Yaptıklarım için, yapmadıklarım için... Her şekilde kendimi suçlu buluyorum içimde.
Bazen güçlü hissetmiyorum ama daha az güçsüz hissediyorum. Bir şeyleri başabilirmişim gibi değil de sanki deneyebilirmişim gibi...
Uzun geceler oluyor. Genelde geceler uzun oluyor zaten, kısayken bile. Rusyada gece olmuyor bazen diye düşünüyorum.
Günler de uzun oluyor. Ama zaman çabuk geçiyor. Klişe oldu.
Bazen büyümüşüm gibi değil de daha az çocukmuşum gibi hissediyorum. Sanki yetişkin değil de en azından bir fikrim varmış gibi.
Uzun zaman oldu diyorum. Sonra soruyorum kendime neye uzun zaman oldu diye.
Sabahları üşüyorum. Ceket giyiyorum eğer hava 30°nin altındaysa. Geceleri de üşüyorum. Soğuk bana göre değil sanırım.
Teoman'ı seviyorum. Güzel şeyler söylüyor.
Biri oluyorum bazen. Sanki sokakta kulaklıkla yürüyen birinden daha fazla biri gibi...
Kendimi kapatmak istiyorum bazen. Bir odada tek başıma aylarca kalmak mesela. Ya da uyumak yıllarca.
Zaman değişsin istiyorum. Yanlış zamanda doğmuşum. Hangi zaman doğru olurdu bilmiyorum.
Bir de yanlış zamanda yanlış yerde olmuyorum pek. Yanlış zaman ya da yanlış yer neresi onu da bilmiyorum.
Kısacası hayat zor, bense olduğumdan çok olmadığım şeylerden oluşuyorum.

26 Şubat 2016 Cuma

Bir Nevi Ayrılık Hikayesi

Bu hayattan sıkıldığım zaman, her şey üstüme geliyormuş gibi hissettiğimde hep bir Cem Adrian açarım. Bir sigara yakarım. Bazen yetmez bir tane. Hemen ardından bir tane daha yakarım.
Bazen bir aşk yaşarım, hayalimde. Hiç tanımadığım biriyle. Ve acısını çekerim, Cem Adrian şarkılarıyla.
Ama bugün ya da bu gece daha önemli bir şeyi yazmak istiyorum. Üzerinden biraz zaman geçmiş bir şey hakkında.
Hayatım boyunca kimseye vermediğim değeri verdiğim birinden. Biraz aşk var içinde. Karşılıksız aşk. Biraz da ayrılık var, hiç başlamayan bir ilişkinin içinde.
Hikaye anlatmayı beceremem. Bu yüzden onu sevdiğimi ona nasıl söylediğimi, beni nasıl reddettiğini ya da reddettikten sonra bile bana ne kadar yakın davrandığını anlatamayacağım.
Bilmiyorum sanırım hissettiklerimden bahsedeceğim.
Hani birini o kadar çok seversin ki, başkası yapsa bir daha konuşmayacağın şeyleri o yapınca sevimli gelir, o kadar sevmiştim. Ya da bakmaya bile utanırsın ya, işte öyle sevmiştim.
Başlarda her şey güzeldi. Güzel vakit geçirirdik. Yanına gittiğimde hiçbir şeyi düşünmek zorunda kalmazdım.
Bir süre sonra yetmedi bunlar. Keşke yetseydi. Keşke en yakın arkadaşımdan fazlası olmasını istemek zorunda kalmasaydım.
Sonra bir gün, yazın son günlerinden birinde, güzel bir gün batımında buluştuğumuzda, onunla ilgili her şey değişti beynimde. O gün, o anda, gözlerine baktığımda bir insanın başka bir insana ne kadar masum görülebileceğini öğrendim.
Zaman geçti üstünden, ben insanlarla tanıştım, başka kişilerle bir şeyler başlatmaya çalıştım. Her seferinde, o birileriyle yaşadığım ilk sorunda aklıma gelen tek şey o olsaydı böyle olmazdı oldu.
Sonra bir gün, biraz sarhoşken bir mesaj yazdım. Uzun bir mesaj... Ona onu ne kadar sevdiğimi anlatmaya çalıştım. Sanırım anlamadı. Ya da anlamak istemedi. Bilemiyorum.
İki gün bekledim cevap gelmesi için. İkinci günün akşamında dayanamadığım aradım. Ciddiye bile almamıştı. Ne dediği, ne konuştuğumuz önemli değil. Zaten sonucu da başında söyledim. Üzerinden 2 aydan fazla zaman geçti. Ben başka insanlarla tanıştım, başka vücutlarla. Zorladım kendimi. İnandırmaya çalıştım kendimi de doğru kişinin o olmadığına. Hala da çalışıyorum. Ama bugün hala, kulağımda Cem Adrian şarkılarıyla, aklımda ondan başkası yok. Ve hala bir gün, bir yerde, bir şekilde birlikte olacağımıza inanıyorum.
Yazının sonucu olarak ben biraz aptalım belli ki. Ve mutluluk belli ki uzakta biraz. Yine de deniyorum. Gönderdiğim mesajı da koyuyorum buraya.
Şimdi yapmazsam hiçbi zaman yapamıcam sanırım anlatmam gereken şeyler var söylemek istediğim şeyler var seni her gördüğümde dilimin ucuna kadar gelip de çıkmayan şeyler var ben öyle güzel edebi şeyler yazamam güzel afili cümleler kuramam bilmiyorum sadece ne zaman aklıma gelsen önce gülümsüyorum sonra gözlerim doluyor sana her baktığımda bi yandan mutlu oluyorum sonra bi burukluk kaplıyor içimi ben bilmiyorum nasıl sevilir bilmiyorum nasıl söylersin bi insana onu sevdiğini bilmiyorum ben biraz sarhoşum sen belki uyumuşsundur bilemiyorum tek bildiğim benim ol istiyorum bazen söylüyorum ciddi olmadığımı sanıyosun ama aslında her söylediğimde ciddiyim bişeyi daha biliyorum bu dünyada en çok sana güveniyorum bişey olduğunda aklıma ilk sen geliyorsun dedim ya ben güzel şeyler yazamam o yüzden bi şarkı sözüyle bitiricem
Beni affet bu gece
Sadece bil istedim
Karanlığın içinde
Seni sevmek istedim

11 Ocak 2016 Pazartesi

Toplu İntihar Töreni

Güneş var. Biraz da rüzgar. Toplu intihar töreni düzenlemek için gayet uygun bir hava. Ama en iyisi değil. İntihar etmek için en güzel zaman hem güneş hem yağmur olduğu zaman.
Yoldayım. Hava güzel. Kulağımda güzel bir müzik. Yol güzel değil ama hiçbir şey hiçbir zaman mükemmel olmadı zaten. Hiçbir şey çoğu zaman iyi bile olmadı ama konuyla alakasız.
Mendil satan küçük bir çocuk görüyorum bazen. Acıyorum. Sonra kendime bakıyorum. Kendime de acıyorum. Sonra bana acıdığı için kendimden nefret ediyorum. Kendimden nefret eden biri olduğum için kendime acımaya başladığımda, döngüye girdiğimi farkedip bırakıyorum düşünmeyi. Güzel bir şarkı açıyorum. Biraz daha acıyorum kendime. Masumum çünkü içimdeki küçük bir çocuğa göre.

19 Kasım 2015 Perşembe

Küçük Çocuk

Küçük bir çocuk var içimde. Biraz üzgün. Hep ağlamış çünkü. Çok acımış canı. 
Küçük bir çocuk var içimde. Biraz vazgeçmiş. Çünkü yıkmışlar hep hayallerini. 
Küçük bir çocuk var içimde. Biraz kırılmış. Çok üzmüşler. 
Küçük bir çocuk var içimde. Gelir bazen. Geçer karşıma, bir sigara yakar. Sonra anlatır. 
Küçük bir çocuk var içimde. Biraz çirkin. Güzelmiş eskiden. Ben kirletmişim onu. 
Küçük bir çocuk var içimde. Sinsi biraz da. Masummuş eskiden. Ben almışım masumiyetini. Güzelliğiyle birlikte.
Küçük bir çocuk var içimde. Biraz yorgun. Ben yormuşum onu. En büyük savaşı benimleymiş ve artık yorulmuş savaşmaktan.
Küçük bir çocuk var içimde. Biraz suskun. Konuşurmuş eskiden. Ben dinlemeyince susmuş.
Küçük bir çocuk var içimde. Biraz vazgeçmiş. Anlatamayınca derdini, vazgeçmiş her şeyden. Yaşamaktan bile.
Küçük bir çocuk var içimde. Biraz içmiş galiba. Yaşına bakmadan hem de. Zaten içmeden de konuşamazmış hiç. "Benim suçum değil." demiş. İçmem benim suçum değil. O da benim suçummuş. Çok üzmüşüm onu. Hep ağlamış. Duymamışım. Bağırmış. Aldırmamışım. Görememişim gözlerindeki yaşı. Sonra bir gün kapatmış gözlerini. Güzel gözlerini kapatmış ve bir daha açmamış.

10 Nisan 2015 Cuma

Zuko

İsmin ne dedi. Sanki bir önemi varmış gibi. Genellikle aynı cevabı veririm ismimi soran insanlara. Ona da aynı cevabı verdim. İnsanların beni çağırmak için kullandığı bir kelime var ama daha çok Zuko'yu severim isim olarak. Neden dedi. Benziyoruz dedim. Nasıl dedi. İkimiz de doğru olduğunu sandığımız bir çok yanlış yaptık dedim, ailemiz yüzünden. Daha gençsin dedi, ne yapmış olabilirsin ki. Hata yaptığını farketmeyen insanlarla konuşamazsın. Deneyebilirsin ama anlatamazsın. Her zaman bir bahaneleri vardır bu insanların. Birine kötü bir şey yaptığını söylediğinde hak etmiştir derler, ya da bilmiyordun derler. Aslında fark etmez.
Bilemezsin dedim. Buraya gelmeden önce birini öldürdüm. Bunu anlayabilir misin? Ya da birini öldürmüş olmamın haklı bir nedeni olabilir mi, hiç yaşamamış olsa bile?
Sende katil tipi yok dedi, fazla temiz yüzlüsün. Ayrıca bakışların çok masum. Bilemezsin, bakışlar yanıltabilir dedim, dalga seslerinin arasında. Yağmurun niye yağdığını da bilemezsin. Belki öldürdüğüm kişi için yas tutuyordur Zeus. Yunan tanrılarına inanırım ben. Ya da severim en azından Yunan mitolojisini. Zeus'la da yakınızdır bayağı.
Birini öldürdüm bugün. İçimde yaşayan, kimseyle tanışmamış, masum çocuğu öldürdüm. Ve şimdi Zeus, yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu bu fırtınayla anlatmaya çalışıyor.