4 Eylül 2014 Perşembe

İki Çocuk

İnsanların hayal gücü ne kadar zayıf aslında. Mesela bir muavin şoför olmak ister, ya da bir çoban kendi sürüsü olsun ister. Eğer derseniz ki onlar cahil insanlar, öyleyse okumuş bir mühendisi ele alalım. Iş bulmak ister. Zam ister. Arabası olsun ister. Ama okuduğu mühendislik dalında daha önceden yapılan şeyleri uygulamak dışında bir şey yapmayı, yeni bir şey üretmeyi düşünmez hiç.
Her neyse buraya bunun için gelmedim. Onu başka zaman yazarım belki.
Başka bir şey için geldim buraya.
Serin bir eylül akşamında bardan çıkmışız mesela. Yürüyoruz Taksim'de. Hani şanssızız ya yağmur da var. Yanımızda ceket falan da yok. Hani akdeniz çocuğuz ya alışık değiliz. Biraz da sarhoşuz umursamıyoruz yağmuru. Yürüyoruz İstiklal'de. Islanıyoruz birlikte. Metro girişine geliyoruz. Ayrılmamız gerek artık. Ama gidemiyoruz bir türlü. Bakıyoruz birbirimize. Sözde ikimiz de aşka inanmıyoruz. Durmuş orada öylece bakıyoruz. Gitmiyoruz, gidemiyoruz. Aslında utangaç biriyim ama ilk defa, belki de hayatımda ilk defa, cesaretimi topluyorum ve ilk hareketi ben yapıyorum. Yine hayatımda ilk defa vereceği tepkiyi bilmeden "Benim olsana." diyorum. Yine ciddi olmadığımı sanıyorsun. Çünkü hep diyorum. Çünkü her seferinde bir kızla sevgili olduğunda "Beni aldatıyor musun?" diyorum. Sen de gösterip evet bak bununla aldatıyorum diyorsun. Belki komik olduğunu sanıyorsun. Ama senin her sevgilin olduğunda, benim içim yanıyor.
Neyse sen gülüyorsun. Ben tekrarlıyorum: "Benim olsana."
"Ya siktin git artık." diyorsun gülerek.
Gözlerine bakıyorum. Bir delilik daha yapıyorum. Elimi götürüyorum yanağına. Okşuyorum yanağını. Yüzündeki su damlalarını hissediyorum.
Elimi tutuyorsun. Elimi çekmen gerektiğini düşünüyorsun. Ama yapamıyorsun.
Elin elimi tutuyor yanağında. Çekiyorum elimi ama elini tutmaya devam ediyorum. Ve uzanıyorum sana doğru.
Artık her şey önemsiz. Burada, tam şu anda zaman duruyor.
Artık biliyorum.
Artık hayat yaşanabilir diye düşünüyorum.
Metronun önünde dudaklarım dudaklarına yaklaşırken uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hissediyorum. Huzuru hissediyorum.
Belki 3 belki 4 saniye sürüyor dudaklarımın dudaklarına dokunması. Ama o 3 saniyede ben bir ömrü yaşıyorum.
Ve tam dokunduğu zaman dudakların dudaklarıma "Dur! "  diyorsun, insanlar var. "Bize ne ki?" insanlardan diyorum. "Olmaz" diyorsun. Tutuyorsun elimi çekip çıkarıyorsun beni.
Tutuyorsun ellerimden ve eski sıkıcı hayatımdan kurtarıyorsun beni.
Tutuyorsun ellerimden ve huzura götürüyorsun beni.
Tutup ellerimi kurtarıyorsun beni amaçsızca yaşadığım yıllarımdan.
Öyle bir tutuyorsun ki ellerimden ben bile inanıyorum her şeyin geride kaldığına.
Ve gidiyoruz birlikte.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Verilmesi Gereken Kararlar

Normal bir yazı giriş, gelişme, sonuç bölümünden oluşur ya hani, ben hiç o şekilde yazamadım.
Vermem gereken kararlar var her zamanki gibi.
Geleceğimle ilgili...
Geleceğin gelecek olmasından bu kadar korkarken nasıl bu kararları alabilirim ki?
Bazı insanlar 22 yaşında olduğumu söylüyor.
İnanmakta zorluk çekiyorum.
Çocuğum ben daha.
Büyümedim ki.
Yeni bir hayata başlamak için elimde güzel bir fırsat var aslında.
Tanıdığım insanları geride bırakıp gidebileceğim bir yol var.
Hep böyle bir fırsat isterdim.
Ama niyeyse karşıma çıktığında tereddüt ediyorum.
O kararı vermek zor, gerçekten zor.
Bazı şeylere sıfırdan başlamak kolay, ama diğer bazı şeyleri arkada bırakmak zor.
İnsanları arkada bırakmak zor.
Yeni insanlar tanımak da zor benim için.
Çekip gitmek de zor.
Her şey zor.
Meslek seçmek en zoru ama.
Benim için en azından.
Çünkü bir mesleği seçmiş olmak büyümüş olmak demek.
Ben büyümedim ki.
Büyümek korkutucu.
Meslek seçmek de öyle.
İkisi hemen hemen aynı şey şu anda zaten benim için.
22 yaşındayım.
Neden yaşımın olgunluğunda değilim?
Neden sorumluluk sahibi değilim?
Neden olamıyorum?
Ve neden hayat bu kadar zor?
Neyse her şeyin hayırlısı tabi.

5 Ağustos 2014 Salı

Aynı Bok Farklı Gün

Facebook'ta biri yazmıştı: Gerçi hep aynı şeyler ama "farklı cümleler." Neyse...
Tam olarak durumumu anlatan bir cümle olmuş.
Bir de "Esaretin Bedeli"nde vardı benzer bir şey: Aynı bok, farklı gün.
Yani söyleyecek yeni bir şeyim yok.
Hep aynı şeyler.
Aynı mutsuzluk.
Aynı acı.
Çok derinden hem de.
Yaşıyorum.
Ama neden yaşıyorum ben de bilmiyorum.
Belki umut. Biraz. Çok az. Çok azdan çok daha az hatta.
Herkesle sorunlar. Her şeyle sorunlar.
Şanssızlık.
Acı.
Derinde hep olan bir acı.
Her yüksek bir yerde durduğumda içimden gelen atlama hissi.
Ve nefret.
Hayata karşı...
Etrafımdaki insanlara karşı...
Gördüğüm mutlu insanlara karşı...
Birlikte uyuyan insanlara karşı...
Benim hayalimi yaşayan bir çifte karşı...
Bir sahilde oturmuş martıları besleyen bir çocuğa karşı...
Aileme karşı...
Ailemin hep onlar gibi olmamı ima ettiği abimlere karşı...
Ama en çok da kendime karşı...
Cesareti olmayan kendime karşı...
Karşı koyamayan kendime karşı...
Konuşmayı bile beceremeyen kendime karşı...
Ve umut. Çok az. Çok azdan çok daha az...
Günün birinde güzel bir gün geçirme umudu...
Az da olsa, çok az da olsa mutlu olma umudu...
Ve hayat.
Her seferinde daha sert vuran hayat...
Her kalkmaya çalıştığımda "Hayır!" diyen hayat...
Herkese gülen, bana kızan hayat...
Her savaştığımda beni yere seren hayat...
Ve bir başka filmden bir cümle: Hayat seni yere serdiğinde ayağa kalkığ kalkmamak senin seçimindir.
Belli ki benim için söylenmemiş.

20 Temmuz 2014 Pazar

Günaydın

Günaydın.
Yazıya başladığımda daha doğrusu yazı yazmaya karar verdiğimde sabahtı hala.
Bazı insanlar mutlu olmasın diye var hayat galiba.
Çok güzel 1 hafta geçirdim.
Ve hayat "Dur!" dedi. Sen mutlu olamazsın.
Bilemiyorum bazen düşünüyorum acaba hak etmiyor muyum ben mutlu olmayı diye.
Ama mutluluk hak etmekle olsaydı eğer ben daha mutsuz olması gereken düzinelerce tanıdığım var.
Bilemiyorum işte.
Bir an için inanmıştım aslında mutlu olabileceğime.
Belki demiştim, bu sefer demiştim, bu sefer mutlu olabilirim demiştim.
Belki benim zamanım gelmiştir artık demiştim.
Ve hayat belki de o kadar adaletsiz değildir demiştim.
Olmadı, tabii ki olmadı.
Hayır ne zaman oldu ki zaten?
Hayatım mutsuzlukla mutlu olacağımı sanmak arasında geçiyor hep.
Çok nadiren de olsa mutlu olduğumu sandığım zamanlar da oluyor tabii.
Her neyse şimdilik bu kadar benden.
Uzun zamandır yazmıyordum.
Umarım bu kadar uzun sürmez sonraki yazımın gelmesi.
Görüşürüz.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Bazen, Biraz, Belki.

Sen biraz son sigarayı içmek gibiydin, ya da ağlayarak sevişmek. Biraz keyifli, daha çok hüzünlü.
Sen biraz benim gibiydin. Biraz umutlu, daha çok kırılmış.
Bazen biraz küçük bir kedi yavrusu gibiydin, yardıma muhtaç.
Bazen de bir aslan kadar cesur ve acımasız.
Bir şarkı gibiydin bazen. Biraz keyif veren, daha çok acıtan.
Ve biz aynıydık aslında. Bazen biraz mutlu, ama hep daha çok yalnız.
Bazen bir şarkıda bulurdum seni. Bazense okuduğum bir kitapta...
Bazen bir sahil kenarında bulurdum seni. Bazen de bu kalabalık şehrin ara sokaklarında birinde...
Bazen bulamazdım seni. Sense bulmak için hiç uğraşmazdın.
Bazen de aramadan bulurdum. Hiç uğraşmadan, bir anda kafamın içinde ortaya çıkardın.
Acaba beni mi düşünüyor derdim. Sonra da düşünse ulaşırdı zaten derdim.
Bazen yan yana olurduk biz ama hiç birlikte olmadık.
Biz olmadık hiç.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Kısa Bir Aşk Hikayesi

Çok uzun zamandır yalnızım ben.
Çok uzun zaman önce sevmiştim en son.
Bir mayıs pazarında hoşlanmaya başlamıştım ondan.
İlk defa o gün yağmur yağmamıştı buluştuğumuzda.
Tanıştığımızdan beri ilk defa o gün güneş vardı gökyüzünde.
İlk defa o gün tutmuştum ellerini.
Ve ilk defa o gün şarkı söylemiştik birlikte.
Ve gün deniz kenarında, akşam rüzgarıyla, gözlerine baktığımda uzun zamandır ilk defa hissetmiştim umudu.
Ve ilk defa o gün gözlerinin içine bakarken kalan her şey önemsizdi.
Bütün günü birlikte geçirmiştik.
Ve bütün akşamı.
Yine de ayrılmak zor gelmişti.
İlk defa birinin yanındayken söyleyecek bir şey bulmakta zorlanmamıştım ben.
Kısacası güzel bir bahar akşamında ilk defa aşık olmuştum.
Ve çok değil, bir buçuk, sadece bir buçuk ay sonra gerçekle yüzleştim.
Her güzel şeyin bir sonu varmış.
İşin ilginç yanı ayrılırken bile kavga etmedik.
Aramızda en ufak bir tartışma bile olmadı.
Bana Bağdat Caddesi'ni o sevdirmişti.
Hala orası onsuz eksik geliyor.
Artık aşık değilim ona ama o olmadan Bağdat Caddesi'ni de o kadar sevemiyorum.

4 Mayıs 2014 Pazar

Aslında Sadece Sevilmeyi İstiyorum

Ve bir sabah uyandığımda görmek istiyorum yüzünü.
Ve bir sabah uyandığımda duyduğum ilk ses sesin olsun istiyorum.
Ve bir gece uyurken sarıl istiyorum bana.
Ve bir gece uyurken güvende hissetmek istiyorum seninle.
Ve her Cem Adrian şarkısında seni düşünürken istiyorum ki sen de beni düşünüyor ol.
Ve bir gün mutlu olmak istiyorum.
Ve bir sabaha uyandığımda bir amacım olsun istiyorum.
Ve bağıralım istiyorum mutluyuz diye.
Haykıralım istiyorum dünyaya birlikteyiz diye.
Ve güzel bir sahil kenarında günbatımını izleyelim birlikte.
Ya da bir plajda birlikte sabahlayalım.
Ve birlikte üşüyelim sabaha karşı esen rüzgarda.
Ve eski, mutlu olduğum günleri istiyorum, bir de seni.
Aslında sadece sevilmeyi istiyorum.

22 Nisan 2014 Salı

Anlananlar, Kaybedilenler, Unutulanlar...

İçkiye başladığım gün, içimdeki dindar öldü. Sigaraya başladığım gün ise kendimi sevmekten vazgeçtim. Babam bana güvenmediğini söylediğinde güvenini boşa çıkarmamam gereken kimsenin olmadığını anladım.
Eşcinsel olduğumu farkettiğimde kendime olan saygımı kaybettim. Bunun kötü bir şey olmadığını anladığımda geri kazanamadım ama. İlk kez biriyle ilişkiye girdiğimde ahlak anlayışımı kaybettim.
Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdiğimi ve aslında kimseye tam olarak doğruyu söylemediğimi farkettiğimde saflığımı kaybettim.
İnsanların çalışmam gerektiğini söylemelerine rağmen çalışmadan hep başarılı olduğumda kendi bildiğimi yapmam gerektiğini anladım. Sonra kendi bildiğimin ne olduğunu unuttum.
Benden hoşlanan insanlardan aynı şekilde hoşlanamadığım zaman aşkın ne kadar zor olduğunu farkettim. Sonra görür görmez hoşlanmaya başladığım biri çıkınca karşıma aslında aynı zamanda ne kadar kolay olduğunu da...
İlk kez sarhoş olduğumda mutluluğun ne kadar kolay olduğunu anladım. Aynı gecenin sabahındaysa bir adım sonrasında hep mutsuzluğun olduğunu...
İlk kez sevdiğim, gerçekten sevdiğim biriyle öpüştüğümde insanların neden öpüştüğünü anladım.
İlk kez birini sevdiğimde insanların neden birilerinin gitmemesini istediğini anladım.
Ben çok şey anladım, çok şey farkettim, ama sonrasında hep unuttum.
Sevgilim olduğunda yalnızlığı unuttum.
Yalnız olduğumda sevgilimin olmasının nasıl bir his olduğunu unuttum.
İnsanlar beni sevdiğinde umursanmıyor olmayı unuttum.
Bir hafta evden çıkmadığım halde kimsen aramadığında insanların beni sevdiği zamanı unuttum.
Konuşkan olduğum zamanlarda önceden nasıl sus pus oturduğumu unuttum.
Sustuğumdaysa konuşmayı unuttum.
Gülmeye başladığımda ağlamayı unuttum.
Ağladığımdaysa gözyaşlarının sadece hüzünden akmadığını unuttum.
Dedim ya hep unuttum. Hep kaybettim ben.

12 Nisan 2014 Cumartesi

Sorular... Sorular...

Aşk nedir?
Bir insan ne zaman sever?
Kimi sever?
Niye sever?
Ya da niye üzülürüz?
Neye üzülürüz?
Üzülmek neden var?
Peki ya duygular... Onlar neden varlar?
Mutluluk, hüzün, heyecan...
Bunlar olmadan insan yaşayamaz mı?
Ya da insan niye  yaşar?
Ne zaman mutlu olur?
Neye üzülür?
Niye heyecanlanır?
Hiçbir şeyi değiştirmeyecek amaçları için insanlar neden bu kadar uğraşır?
Öldükten sonra yaptıklarının hiçbir anlamı kalmayacağını bile bile hem de...

8 Nisan 2014 Salı

Bir Çocuğun Katili

Öyle üzgündü ki çocuk... Ölmek istiyordu, sadece dinsin diye acısı. Acı hep vardı aslında. Önceden nereden geldiğini bilmiyordu acının. Bu sefer, bu sefer biliyordu.
Bir süre intihar etmeyi düşündü. Korkuyordu ama. Az olan inancı, hala hayatta tutuyordu onu. Her şeye olan az bir şey inancı.
Hayatı boktan bir sürü şey ile doluydu. Her tutunmaya çalıştığı dal kırılmıştı.
Düşüyordu, çocuk. Her tutunduğunu sandığında, bir şeylerin düzeleceğini sandığı her seferinde daha hızlı düşmeye başlamıştı.
Ve her dibe vurduğunu sandığında, hayat daha sert vurmuştu ona. İntihar etmek istiyordu.
Ama inanç... Hala bir şeyleri düzeltebileceğine olan inancı... Hala bir yerlerde saklı olduğunu düşündüğü ve her an açılabileceğine inandığı paraşüt vaz geçiriyordu onu. Hala küçük, ufacık bir mutlulukta bile hayatının düzelebileceğine olan inancı...
Ve aşk... Aşık olduğunu sandığı her seferinde, "Bu sefer olacak." demesi...
Bir sigara daha yaktı çocuk. Ve ağlamaya devam etti. Sigarası bitti. Ağlamaya devam etti.
Ve çocuğun ağzında tek bir kelime tekrar tekrar yankı buluyordu: "Hayır."
Gözlerindeki yaşların, yerde yatan bedeninin izin verdiği tek kelime: "Hayır."
Soğuk olduğunu düşündü yerin. Ama kalkamadı. İzin vermedi, hayat.
"Hayır." diyen çocuk değildi aslında. Hayat "Hayır." diyordu, kalkma. "Bu sefer kalkmayacaksın."
Ve ağlayarak uyuyakaldı çocuk. Uyudu, uyandı, sonra tekrar uyudu. Günler geçti. Sonra aylar. Yıllar geçti sonra. Çocuk büyüdü. Hayır çocuk büyümedi. Sadece bu boktan hayatta daha uzun süre yaşamış oldu. Ama çocuk büyümedi. Kimse bilmiyordu o gün, o çocuğun yerde yatarken neler yaşadığını.
 Hep bekledi çocuk. Yıllarca bekledi boktan hayatının düzeleceği günü. Tanrı biliyor ya, eğer varsa tabii, büyümek de istedi.
Yaşamak istedi, çocuk. Tek istediği hissetmekti, mutluluğu. Gerçek mutluluğu bir süreliğine de olsa.
Ama olmadı. Dedim ya, yıllar geçti, çocuk yaşlandı. Hatta öldü. Öldüğünü bile kimse farketmedi. Kimse hiçbir şeyi farketmemişti zaten onunla ilgili.