21 Mart 2014 Cuma

Aradaki Mesafe

İçimde her gün ölen umutlar var.
Selam gençler diyerek başlayayım bari.
Bugün Ygs'ye gireceğim okula bakmaya gittim. Okulu bulduktan sonra da bir dolaşayım diyerekten gezdim Çeliktepe'de biraz. Biraz yürüdükten sonra bir yola çıktım. Hani o hor gördüğümüz, hiçbirimizin yaşamak istemediği fakir, gecekondu hayatının ne kadar yakınımızda olduğunu farkettim.
Yolun bir tarafında büyük plazalar, iş merkezleri, gökdelenler, alışveriş merkezleri, diğer tarafında ise boyaları bile yapılmamış gece kondular...
Ölçtüğün zaman bir kaç metre var sadece, arada.
Ortak noktaları da çok iki tarafın.
Mesela iki tarafta da yaşayanlar sonraki gün ne giyeceğini düşünüyor. Bir taraftakiler dolabın içinde kaybolurken, diğer taraftakiler hangi kıyafetimde daha az yama var diye düşünüyor.
İki taraftakiler de şarap içiyor mesela. Bir tarafta zevk meselesiyken, diğer tarafta aile faciasına dönüşebiliyor.
İki taraftakiler de gelecek için plan yapıyor. Biri tatile nereye gideceğini düşünürken, diğeri ay sonunu nasıl getireceğinin planını yapıyor.
Aradaki mesafe sadece bir kaç metre.
Ama öyle bir duvar var ki arada. Görüyorlar, dibindeler ama ellerini uzatıp alamıyorlar.
O görünmeyen duvar o kadar yüksek ki, kendilerini öyle bir koruyorlar ki, biri elini uzatıp küçücük, ufacık bir şey bile almaya bile çalışsa, o kadar sert vuruyorlar ki, kalkamıyor bir daha.
Öyle bir sınır çizmişler ki, hepimiz aynı hayattaymışız gibi görünüyor ama onlar farklı bir dünyada yaşıyorlar.
Neyse işte bu da beni hayat hakkında düşünmeye itti, aslında çoğu şey beni hayat hakkında düşündürüyor.
Ne düşünsem ne hayal etsem, hep bir "Neden?" sorusu çıkıyor karşıma. Gelecek hakkında ne düşünsem, ne istesem bir "Neden?" var sonunda.
Ve verecek hiçbir cevabım yok.
İstediğim hiçbir şey yok.
Yaşıyorum. Biyolojik olarak yaşıyorum ama yaşamıyorum.
Yaşamak bir amaç sahibi olmak demek ve benim yok.
Cem Adrian dinliyorum üzülüyorum ama aşık olduğum biri bile yok.
Yaşamak hissetmek demek ama ben hissetmiyorum.
İstediğim hiçbir şey yok demiştim ama var.
Hissetmek istiyorum, bir amaç istiyorum.
Olmuyor.
Sanki bazılarımızın bu dünyada yeri yokmuş gibi.
Ortada kalmışız ya da yanlışlıkla olmuşuz gibi.
Yaşamak için değil de sadece nefes alıp ömrümüzü doldurmak için gelmişiz gibi.
Bir yerlerde bir hata olmuş da biz ortaya çıkmışız gibi.
Aynaya bakıyorum ve boşa gitmiş birini görüyorum.
Eğer istersem, yapabilirmişim ama sanki istek mekanizmasını bana koymayı unutmuşlar gibi.
İstemeyi istiyorum, ama "Neden?"
Ne olmak istiyorum? Ne yapmak istiyorum? 10 sene sonra kendimi nerede görüyorum?
Hiçbirinin cevabı yok bende.
Bir programdaki araya karışmış ve hiçbir gereği olmayan kodlardan biri gibiyim.
Amacımı arıyorum ama sanırım öyle bir şey yok.
Neyse işte ben yazıların sonunu bağlayamıyorum bir türlü.
O yüzden böyle ortada bırakıp gidicem.

9 Mart 2014 Pazar

İçimde Kalanlar

Hepimizin içinde kalan, söylemek isteyip de söyleyemediği şeyler var. Benim de var. Hem de çok. Bazı insanlara ne kadar yakışıklı olduğunu söylemek istiyorum mesela. Bazılarına ne kadar masum olduklarını. Bazen birine ondan hoşlandığımı. Bazen de nefret ettiğimi. Neden söyleyemediğimi bilmiyorum bunları. O kadar zor olmamalı diye düşünüyorum ama çıkmıyor kelimeler işte ağzımdan.
Ama en çok aileme eşcinsel olduğumu söylemek istiyorum. Özellikle onlara kızgın olduğumda. Cezalandırmak için. Tartıştığımızda yüzlerine vurmak istiyorum. Yüzlerine vurmak istiyorum. Ben eşcinselim ve eğer sorun varsa bende bu sizin suçunuz demek istiyorum.
Bu da beni başka bir şeyi düşünmeye itiyor. Sevgi. Bazen seviyorum insanları gerçekten. Ama bugün değil. Mesela insanları sevdiğim zamanlarda en çok annemi seviyorum ama bugün en çok ailemden nefret ediyorum. Bugün kimseyi sevmiyorum. Bugün ailemden daha çok nefret ettiğim tek bir şey var. Kendim.
Kendimden o kadar çok nefret ediyorum ki, kaçmak istiyorum. Kendimden bile... Henüz nasıl yapacağımı bulamadım. O yüzden uyuyacağım ve yarın tekrar insanları sevebilmeyi umacağım.
Görüşürüz.
Ya da görüşmeyiz.
Umrumda değil.
Sanırım.

5 Mart 2014 Çarşamba

06.03.2014

Böyle yakışıklı olmak da zor aslında. Yok lan kendim için söylemiyorum. Kendimi yakışıklı da bulmuyorum zaten. Ama düşünsene yakışıklısın, çok yakışıklısın. Herkes beğeniyor seni. Ama herkes havalı sanıyor falan. Ne bileyim garip işte. Korktuğu için yazmıyor sana insanlar mesela. Çekindikleri için konuşamıyorlar. Garip.
Bazen gitmek istiyorum. Otogara gidip rastgele bir şehir seçip, gitmek istiyorum. Gitmek kolay diyor insanlar. Hayır, gitmek en zoru. Gitmek için her şeyi arkanda bırakacak kadar güçlü olman gerek. Oysa kalmak için tek bir sebep yeter. Savaşmak zor derler. Hayır. Savaşmak için sonunda kazanacağın tek bir şeyin olması yeter. Kaçmak en kolayı derler. Hayır kaçmak için arkanda bırakacak hiçbir şeyin kalmaması gerek. Kaçmak için savaşmaktan daha çok cesaret gerekir. Kaçmak kolay gelir dışarıdan bakana. Çoğu insan zor olanı seçtikleri için kaldıklarına inanır. Oysa hepsi korkar kaçmaktan.
Ben kaçmak istedim. Her şeyden çok istedim. Ama malesef cesur biri değilim. Bir de nerede değilsen orada iyi olacağını düşünürsün derler. Ben herhangi bir yerde iyi olabilecekmişim gibi gelmiyor bana. Bu ben her yerdeyim demek mi oluyor?
Bir filmde hayat nefes aldığımız anların değil nefesimizin kesildiği anlardan oluşur derlerdi. O zaman ben hiç yaşamdım sanırım.
Bazen biri geliyor ve yeni tanıştık ama sana güvenebileceğimi hissediyorum diyor. Ne kadar saçma! Kim bana güvenir ki ben bile güvenmiyorken? Hem neden böyle bir şey söyler ki bir insan?
Bazen bir şarkı çalıyor. Birini düşünmek istiyorum o şarkıda. Aşık olmak istiyorum birine. Aklıma kimse gelmiyor.
Birinden hoşlandığım zamanlar oluyor. Birini sevdiğimi sanıyorum bazen. Sonra anlıyorum ki aslında sevmeyi bile beceremiyorum. Olmuyor. Soğuyorum. Konuşmak istemiyorum, bir gün sadece bir gün önce günlerce konuşmak istediğim o insanla. Beceremiyorum yani sevmeyi, ya da hak etmiyorum. Bilmiyorum.
Daha önce de dediğim gibi hiçbir şey bilmiyorum zaten.

3 Mart 2014 Pazartesi

Cem Adrian

Böyle garip bir sesi var Cem Adrian'ın. İçine işliyor, derine. Çok derine. Fazla derine. İçinde tuttuğun, sakladığın, hatırlama istemediğin, hissetmek istemediğin ne varsa çıkarıyor ortaya. Aslında ne kadar savunmasız, aslında ne kadar güçsüz olduğunu söylemiyor sadece, yüzüne çarpıyor, sert bir tokat gibi.
Alıyor, bütün o cana yakınlığını, mutluluğunuz. Sahte de olsa alıyor, gülümsemeni. İçinde hissettiğin ne kadar acı varsa çıkıyor. Tutamıyorsun, taşıyor. Gözlerin doluyor. Ağlıyorsun. Bazen o kadar derine giriyor ki sen bilmiyorsun, niye üzüldüğünü.
O şarkıyı açmadan önce ne kadar mutlu olduğunun, ne kadar güçlü hissetiğinin önemi yok. Bir an önce ne olduğunun hiçbir önemi yok. Başardıkların önemsiz. Seni seven insanlar o ses geldiği anda yok oluyor. Hiçbir şey kalmıyor, acı ve yalnızlıktan başka.
Ve o şarkıyı açtıktan sonra artık irade yok. Kim olduğunun, iradeni kullanarak nelerden vazgeçtiğinin önemi yok. Kapatamıyorsun.
O sesi duyduğunda oyun bitiyor. Sahte gülümsemeler kayboluyor. Güçlü görüntün gidiyor. Geriye içindeki güçsüz, mutsuz ve yalnız o küçük çocuk kalıyor.
"Çocuk" deyişi de ondan belki de. Biliyor, o çocuğu. Biliyor.

21 Şubat 2014 Cuma

Büyüdüm

Büyüdüm. Artık "Naber?" yerine "Nasılsın?" diyorum, mesela. Ve insanlar hiç iyi değiller. Kimse "İyiyim." demiyor. Artık yalan söylemekten de bıkmışlar, galiba. Ve herkes sıkılmış bir şeylerden. Bir yerlerden. Birilerinden. Ve aslında herkes kimsesiz. Sıkıldığımız insanlar bizimle değil, aslında. Sıkıldığımız şeyler, bize ait değil. Ve sıkıldığımız yerlere ait değiliz. Hep bir şeylerden şikayetçiyiz. Ama aslında şikayet ettiğimiz şeyler sadece yanılsamalar. Yaşadığımız şeyler, hissettiğimizi sandığımız duygular da öyle. Çok sevdiğim Freddie Highmore'un bir filmde de dediği gibi: Yalnız yaşar, yalnız ölürüz. Geri kalan her şey sadece bir yanılsama.
Dostluklar, sevgililer, sahip olunan para, güç, her şey. Sadece anlık yanılsamalar. Kısacası hayat boktan.

15 Şubat 2014 Cumartesi

16.02.2014

İki hafta sonra buradayım yine. Ve yine yazıma sevgili günlük diye başlıyorum. Ne yazsam bilemedim şimdi bak. Bu arada sözde soru cümlesi kullandım. Çok seviyorum sözde soru cümlelerini. Böyle soru kalıbı her şeyi falan var ama sonuna yine nokta konuyor. Farklı yani. Ve hayır, sarhoş değilim. Bir de virgül çok hoş bence. Kimse nereye koyacağını bilemiyor.
Biraz da müzik mi konuşsak? Bu yeni İşbankası reklamlarında M.F.Ö.'nün Mecburen şarkısını kullanmışlar. Reklamı gördüğümden beri şarkıyı dinliyorum. Çok hoş şarkı değil mi? Alın buradan dinleyin.
Youtube linki vermişken, Youtube'da çıkan reklamları eleştirmeden olmaz tabi. Abi o nasıl bir şeydir ya, uzun videoların arasında televizyondan fazla reklam veriyorlar. Hayır koskoca Google iki tane videodan alacağı reklam gelirine mi kaldı? Olay bu mudur?
Pekala, size bir soru sorayım o zaman. Kaç tane heteroseksüel erkek, evde tek başına oturup Aşk Tesadüfleri Sever izler ki? Böyle romantik heteroseksüel erkek var mıdır?
Bence de yoktur. Ama aksini ispat eden bir tanıdığım var. Çocuk oturmuş, tek başına hem de, Aşk Tesadüfleri Sever izlemiş. Sen nasıl heteroseksüelsin demedim tabi.
Bazen sıkılmıyor değilim, bu hayattan. Geçen gün arkadaşla konuşuyoruz. Konuşma yerimiz de garip zaten. Dönerciden çıktık, arabada sigara içemediğimiz için arabanın yanında sigara içiyoruz. Arkadaş "Eşcinselliğini neden saklıyorsun ki, saklama." gibi bir şeyler söyledi. Ben de "Oğlum, zaten ailem dışında pek bilmeyen kalmadı ki." dedim. O da "Bak." dedi. Sigarasından bir nefes çekti ve sigarasını attı. Ne yazdım ama, roman gibi. Neyse işte "Bak, en küçüğünden başla." dedi. "Önce sigarayı söyle, sonra içkiyi, sonra sık sık içtiğini, en son da eşcinsel olduğunu." Sonra da "Ama valizini falan toplayıp kapıya gel bunları söylemeden önce." dedi.
Eğer yeterince sıkılırsam bu hayattan, yapmayı düşünüyorum.
Ben en çok basketbolu severim ama. Bu konuşmanın geçtiği gün, maç yaptık arkadaşlarla. 1 saat kiraladığımız sahada 2 saat oynadık. 5 aydır basketbol oynamadığım için ben, ondan sonraki iki gün inleye inleye gezdim. Sadece evin içinde gezmiş olmama rağmen hem de. Bir insan klozete otururken eliyle destek almak zorunda kalır mı ya?
Neyse söyleyeceklerim bu kadar. Görüşürüz. Umarım.

2 Şubat 2014 Pazar

Suçu Başkasına Atmak

Suçu başkasına atmak kolaydır her zaman. Ben İstanbul'a atarım suçu. "Siktiğimin şehri" derim. "Gelmeseydim bunlar olmazdı." derim. Oysa suçlu benim aslında. Hep bendim.
Bazen de abimlere atarım suçu. Onlar böyle olmasalardı, belki ben mutlu olurdum. Onlar böyle başarılı olmasalardı, annem onlarla bu kadar gurur duymasaydı, belki beni daha çok severlerdi. Onlar bu kadar mutlu olmasalardı, ailemin istediği gibi yaşamasalardı, belki ailemin benim yaşamımı kabullenmeleri daha kolay olurdu. Belki o zaman anneme karşı daha açık olurdum, anlatırdım her şeyimi. Onlar olmasaydı, babam bana güvenirdi belki. Ama suçlu benim, her zaman olduğu gibi.
Başarısız hissetmek, çok garip. Herkes senin başardığını düşündüğünde, ailen hariç herkes, çok acı verici. Babam dövmedi hiç beni, bağırmadı bile. Ama bazen öyle bir söz söylerdi ki, keşke dövseydi derdim. O zaman bu kadar acımazdı. O zaman bana bu kadar zarar veremezdi bana.
Zeki adam babam. Abimler de öyleler. İyi üniversitelerden mezunlar. İyi işlerde çalışıyorlar. Peki ben... Ben sadece başarısızlığım. İnsanlar umursamadığımı söyler hep. "Annem biraz uğraşsan yaparsın." diyor. Ben umursamak istiyorum. Ben biraz uğraşmak istiyorum. Ama olmuyor, ne kadar istersem, ne yaparsam olmuyor. Gidemiyorum o siktiğimin okuluna. Biraz olsun uğraşamıyorum. Olmuyor işte. Ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ama çoktan yaptım onu, doğduğumda. Sadece onlar daha bunu bilmiyorlar.
Kaçmak istiyorum ben. Arkama bile bakmadan. "Kaçmak kolaydır." der insanlar. Oysa benim için en zoru kaçmak. Her şeyi, herkesi bırakmak arkamda, kaçmak. Gitmek, bir şehrin ismini bile bilmediğim bir ilçesine. Orada baştan başlamak. Ama en zoru işte benim için. Sebebini bilmiyorum. Ama yapamıyorum. Kalıp savaşamıyorum da. Duruyorum ben. İnsanların hayatlarından geçiyorum. Ama bir türlü kendi hayatımdan geçemiyorum.
Duruyorum ben. Bekliyorum. Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Ağlayarak bekliyorum.
Sonunu düşünmek bazı şeylerin, çok zor. Kafamın içinde o kadar düşünce varken, yaptıklarımı düşünmek, çok zor. Suçu başka birine ya da başka bir şeye atmak kolaydır. Ben suçu hep kendime atıyorum aslında. Ama içimdeki başka bir kendime. Suçlu sanki içimdeki başka bir kişilik. Sanki ben masumum. Ama değilim. Hiç olmadım ki.

27 Ocak 2014 Pazartesi

28.01.2014

Bundan sonra "Sevgili günlük" diye başlayacağım yazılarıma. Günlük yazıyor sayılırım zaten. Okuyanım da az olduğu için özel bile sayılabilir. Ayrıca hep içimde kaldı benim "Sevgili günlük" demek. Düşünsenize sonuçta bir "sevgili" geçiyor içinde. Kimseye "sevgili" ya da "sevgilim" demediğim için burada yazmak istiyorum. "Bak yine yalnızlığa girdi." demeyin hemen. Bu sefer yalnızlık yok. Bu sefer acı da yok. Komik şeyler yazacağım ben de. Çok kıskanıyorum bazı blogları. Böyle güzel güzel, eğlenceli şeyler yazıyorlar. "Ben de yazacağım." dedim ve başlıyorum.
Bugün yaşadıklarımızı anlatabilirim mesela ya da yaşadıklarımı.
Evde mal mal otururken arkadaşım aradı bugün pazartesi, çılgınlık yapıp sanki her pazartesi yapmıyormuşuz gibi sinemaya gitmeyi teklif etti.
Ve sonunda "Daha ne ters gidebilir ki?" dediğim olaylar silsilesi başlamış oldu.
Önce fatura yatırma merkezine gidip, içeri girip "İki tane fatura yatıracağım." dedim. Ve aldığım cevap "100 tl'nin üstündeyse alamam." oldu. Dedim o zaman bari birini yatırayım. Adam aldı faturayı, abone numarasını girdi ve dedi ki "Banka cevap vermiyor. Alamayacağım." İçimden "Alacağın başka bir şey var bende." desem de, "Tamam, yarın uğrarım." deyip, boynu bükük çıktım.
Ve bir şekilde Trump Towers'a vardım. Sinemadaki adam hatırladı bizi. Artık beğendi mi, yoksa her hafta gittiğimiz için mi bilemiyorum. Bir de espri yaptı iki haftadı çizgi-filme geliyorsunuz, diye. Tabi ikinci şoku burada yaşadım. Gnçtrkcll kampanyası bitmiş. Tabii o an idrak edemeyip yine de biletleri aldık. Sonradan "Ne yaptık biz?" moduna girince. Bir de gidip biletleri iade ettik. Kazandığım 3 kuruşluk worldpuanım gitti, ben en çok ona yandım. Tabii iade almak için de 1 saat konuşmamız gerektiğini söylemiyorum bile.
Bir çılgınlık daha yapıp "Cevahir'e bakalım orada vardır belki." dediler. Oraya da gittik hem de bu karda kışta kıyamette. Tabii ben gitmeden itiraz ettim ikisi de aynı sinema birinde bittiyse diğerinde niye olsun diye ama. Tabii ki yoktu.
Buraya kadar gelmişken yemek yemeden olmazdı. Bir de yemek yedik. Sonra onlar pes etmeyip Vodafone kampayasından yararlanmak için Demirören'e giderlerken, ben de evime dönüp bir güzel dizi izledim.
Böyle saçma bir gün yaşadık işte. Kimlerle gittiğimi merak mı ediyorsunuz? Tabi ki etmiyorsunuz ama söyleyeyim: M'Franz Ferdinand Freyja ve Davin Juan Freyja.
"Sevgili günlük"le başladım. Onunla bitireyim bari.
Evet sevgili günlük, bugün de böyle saçma bir şekilde harcanıp gitti. Bir sonraki saçma günümde görüşmek dileğiyle.

26 Ocak 2014 Pazar

27.01.2013

Küçükken hep dışlanırdım ben. 5 kişiyle 6 kişiyle falan kavga ederdim hatta bazen. Ağlayarak dönerdim eve. Sonra okula başladım. Orada da dışlandım. O kıskançlıktandı sanırım. Hiç ödev yapmadan en yüksek notu alan kişiyi kim sever ki?
İnsanlar, yakından tanımayanlar, hiç inanmadı nedense ders çalışmadığıma. Sanırım imkansız geliyordu onlara. Sonra 7. sınıfta okul değiştirip özel okula geçtim. İlk defa okulda sevilen biri oldum hatta.
Sonra da lise var işte. 4 sene boyunca sanırım 5 rehberlik hocası değişti. Emin değilim. Ama hepsinin ilk görüştüğü kişinin ben olduğunu biliyorum. Tabi müdür yardımcıları da aynı şekilde hep çağırırlardı beni. Sanırım o zamandan belliydi, ne kadar amaçsız biri olduğum. Zekiydim, çalışmama da gerek yoktu. Sanırım kendim de dahil herkesin gözünde zekasını harcayan biriyim.
Ne anlatıyorum ben ya? Niye anlatıyorum? Kim okuyor ki zaten?
Neyse işte bir şeylerde iyi olmak konusunda pek sıkıntım olmadı benim. Birileriyle iyi anlaşmak konusunda çok sıkıntım oldu ama. Çok tartıştım, çok insan kaybettim. İnsanlar geldiler, gittiler. Arkadaşlarım oldu. İnsanlar nedense iyi biri olduğumu düşünüp konuşmaya başlıyorlar benimle. Onları umursamam gerektiğini düşünüyorlar, sırf benimle konuştukları için. Oysa ben öyle bir şey istemedim ki onlardan.
Aklınızdan geçeni biliyorum: Ne anlatıyor bu çocuk? Aynen, ne anlatıyorum ben? Bilmiyorum. Zaten hiçbir şey bilmiyorum.

19 Ocak 2014 Pazar

20.01.2014

Bir oğlum olsun istiyorum. Ama hep 9-10 yaşlarında kalsın, büyümesin. Ben seveyim onu, birlikte oynayalım. Gece yanıma gelsin korktuğu için. Uyurken hikayeler anlatayım ona. Okula gittiğinde ya da arkadaşlarıyla oynarken dışarıda, gurur duysun benimle. "Benim babam çok güçlü." desin. Eve girdiğimde mutlu olayım onun sayesinde.
Çocuk istemeyen insanlara hep hayret etmişimdir. Böyle tatlı bir şey nasıl istenmez ki? Bu kadar masum bir şeyi insanlar nasıl reddebilir? Buna sahip olma ihtimalimin çok düşük olması, çok kötü.
Her insan, istediği gibi yaşamalı, tabi eğer bedelini ödeyebilecekse. Ben bu bedeli ödeyebileceğimden emin değilim. Zaten nasıl yaşamak istediğimi de bilmiyorum gerçi.
Bir yerde kendim hakkında, "Öğrenci, çevirmen, çizgi-roman hastası, arada yazar, bazen çizer ama hep mutsuz." yazmıştım. Tam olarak buyum aslında, hep mutsuz.
Hayatı istediğim gibi ya da daha çok içimden geldiği gibi yaşamaya çalışıyorum. İstediğim şeyleri yapıyorum, mesela çeviri yapmak gibi, ya da istediğim bölümde okumak gibi. Ama çoğu zaman bunları istediğimden emin değilim.
Her şeyi denemek istiyorum. Mesela oyunculuk yapmak ama aynı zamanda mühendis olmak da istiyorum. Ama her şeyi denemek imkansız. Çünkü bazen aynı anda iki şey olmanız gerekiyor. Resim de çizmek istiyorum ama diğer istediklerimi yaparsam buna vakit kalmaz. Sonuçta imkansızı istiyorum yani.
İnsanlara bir şeyler söylemek istiyorum ama konuşamıyorum. Zaten hiç konuşabilen biri olmadım ben. Hep sustum, herkesin karşısında. 
Aslında hayatımın çoğunda yalan söyledim. Yani insanlar sadece bir kısmımı tanıyor. Her tanıştığım insan, farklı kısmımı tanıyor. Herkesin bilmediği şeyler var hakkımda ve her insanın bilmediği şeyler farklı. Belki bir gün birbirleriyle tanışırlarsa beni tamamlayabilirler.
Yalan söylemekten tabii ki hoşlanmıyorum ama bazen başka bir yol kalmıyor. Varsa da ben bulamıyorum. Zaten hiçbir şeyi bulamıyorum ben. Hiçkimseyi...
Ben dürüst biri değilim. İyi biri, hiç değilim. Ama yine de beni seven en azından sevdiğini düşündüğüm insanlar var. İşte onlar gerçekten iyi insanlar.
Bir de beni sevdiğini söyleyen insanlar var. Sadece gördüğü şeyi seviyor halbuki onlar. Bir fotoğraf görüyorlar. Belki altında iki satır yazı. Oysa ben o değilim ki. Ben bambaşka biriyim. Konuşmaya sohbet etmeye çalışıyorlar. Sonra neden suskunsun geliyor. Sonra hiç konuşmuyorsun sen de. Sadece kendisine öyle davrandığımı sanıyor. "Hoşlanmadın mı benden?" diyor. Oysa bilmiyor ki hoşlanmadığım şey hayatın kendisi.