Büyüdüm. Artık "Naber?" yerine "Nasılsın?" diyorum, mesela. Ve insanlar hiç iyi değiller. Kimse "İyiyim." demiyor. Artık yalan söylemekten de bıkmışlar, galiba. Ve herkes sıkılmış bir şeylerden. Bir yerlerden. Birilerinden. Ve aslında herkes kimsesiz. Sıkıldığımız insanlar bizimle değil, aslında. Sıkıldığımız şeyler, bize ait değil. Ve sıkıldığımız yerlere ait değiliz. Hep bir şeylerden şikayetçiyiz. Ama aslında şikayet ettiğimiz şeyler sadece yanılsamalar. Yaşadığımız şeyler, hissettiğimizi sandığımız duygular da öyle. Çok sevdiğim Freddie Highmore'un bir filmde de dediği gibi: Yalnız yaşar, yalnız ölürüz. Geri kalan her şey sadece bir yanılsama.
Dostluklar, sevgililer, sahip olunan para, güç, her şey. Sadece anlık yanılsamalar. Kısacası hayat boktan.
21 Şubat 2014 Cuma
15 Şubat 2014 Cumartesi
16.02.2014
İki hafta sonra buradayım yine. Ve yine yazıma sevgili günlük diye başlıyorum. Ne yazsam bilemedim şimdi bak. Bu arada sözde soru cümlesi kullandım. Çok seviyorum sözde soru cümlelerini. Böyle soru kalıbı her şeyi falan var ama sonuna yine nokta konuyor. Farklı yani. Ve hayır, sarhoş değilim. Bir de virgül çok hoş bence. Kimse nereye koyacağını bilemiyor.
Biraz da müzik mi konuşsak? Bu yeni İşbankası reklamlarında M.F.Ö.'nün Mecburen şarkısını kullanmışlar. Reklamı gördüğümden beri şarkıyı dinliyorum. Çok hoş şarkı değil mi? Alın buradan dinleyin.
Youtube linki vermişken, Youtube'da çıkan reklamları eleştirmeden olmaz tabi. Abi o nasıl bir şeydir ya, uzun videoların arasında televizyondan fazla reklam veriyorlar. Hayır koskoca Google iki tane videodan alacağı reklam gelirine mi kaldı? Olay bu mudur?
Pekala, size bir soru sorayım o zaman. Kaç tane heteroseksüel erkek, evde tek başına oturup Aşk Tesadüfleri Sever izler ki? Böyle romantik heteroseksüel erkek var mıdır?
Bence de yoktur. Ama aksini ispat eden bir tanıdığım var. Çocuk oturmuş, tek başına hem de, Aşk Tesadüfleri Sever izlemiş. Sen nasıl heteroseksüelsin demedim tabi.
Bazen sıkılmıyor değilim, bu hayattan. Geçen gün arkadaşla konuşuyoruz. Konuşma yerimiz de garip zaten. Dönerciden çıktık, arabada sigara içemediğimiz için arabanın yanında sigara içiyoruz. Arkadaş "Eşcinselliğini neden saklıyorsun ki, saklama." gibi bir şeyler söyledi. Ben de "Oğlum, zaten ailem dışında pek bilmeyen kalmadı ki." dedim. O da "Bak." dedi. Sigarasından bir nefes çekti ve sigarasını attı. Ne yazdım ama, roman gibi. Neyse işte "Bak, en küçüğünden başla." dedi. "Önce sigarayı söyle, sonra içkiyi, sonra sık sık içtiğini, en son da eşcinsel olduğunu." Sonra da "Ama valizini falan toplayıp kapıya gel bunları söylemeden önce." dedi.
Eğer yeterince sıkılırsam bu hayattan, yapmayı düşünüyorum.
Ben en çok basketbolu severim ama. Bu konuşmanın geçtiği gün, maç yaptık arkadaşlarla. 1 saat kiraladığımız sahada 2 saat oynadık. 5 aydır basketbol oynamadığım için ben, ondan sonraki iki gün inleye inleye gezdim. Sadece evin içinde gezmiş olmama rağmen hem de. Bir insan klozete otururken eliyle destek almak zorunda kalır mı ya?
Neyse söyleyeceklerim bu kadar. Görüşürüz. Umarım.
Biraz da müzik mi konuşsak? Bu yeni İşbankası reklamlarında M.F.Ö.'nün Mecburen şarkısını kullanmışlar. Reklamı gördüğümden beri şarkıyı dinliyorum. Çok hoş şarkı değil mi? Alın buradan dinleyin.
Youtube linki vermişken, Youtube'da çıkan reklamları eleştirmeden olmaz tabi. Abi o nasıl bir şeydir ya, uzun videoların arasında televizyondan fazla reklam veriyorlar. Hayır koskoca Google iki tane videodan alacağı reklam gelirine mi kaldı? Olay bu mudur?
Pekala, size bir soru sorayım o zaman. Kaç tane heteroseksüel erkek, evde tek başına oturup Aşk Tesadüfleri Sever izler ki? Böyle romantik heteroseksüel erkek var mıdır?
Bence de yoktur. Ama aksini ispat eden bir tanıdığım var. Çocuk oturmuş, tek başına hem de, Aşk Tesadüfleri Sever izlemiş. Sen nasıl heteroseksüelsin demedim tabi.
Bazen sıkılmıyor değilim, bu hayattan. Geçen gün arkadaşla konuşuyoruz. Konuşma yerimiz de garip zaten. Dönerciden çıktık, arabada sigara içemediğimiz için arabanın yanında sigara içiyoruz. Arkadaş "Eşcinselliğini neden saklıyorsun ki, saklama." gibi bir şeyler söyledi. Ben de "Oğlum, zaten ailem dışında pek bilmeyen kalmadı ki." dedim. O da "Bak." dedi. Sigarasından bir nefes çekti ve sigarasını attı. Ne yazdım ama, roman gibi. Neyse işte "Bak, en küçüğünden başla." dedi. "Önce sigarayı söyle, sonra içkiyi, sonra sık sık içtiğini, en son da eşcinsel olduğunu." Sonra da "Ama valizini falan toplayıp kapıya gel bunları söylemeden önce." dedi.
Eğer yeterince sıkılırsam bu hayattan, yapmayı düşünüyorum.
Ben en çok basketbolu severim ama. Bu konuşmanın geçtiği gün, maç yaptık arkadaşlarla. 1 saat kiraladığımız sahada 2 saat oynadık. 5 aydır basketbol oynamadığım için ben, ondan sonraki iki gün inleye inleye gezdim. Sadece evin içinde gezmiş olmama rağmen hem de. Bir insan klozete otururken eliyle destek almak zorunda kalır mı ya?
Neyse söyleyeceklerim bu kadar. Görüşürüz. Umarım.
2 Şubat 2014 Pazar
Suçu Başkasına Atmak
Suçu başkasına atmak kolaydır her zaman. Ben İstanbul'a atarım suçu. "Siktiğimin şehri" derim. "Gelmeseydim bunlar olmazdı." derim. Oysa suçlu benim aslında. Hep bendim.
Bazen de abimlere atarım suçu. Onlar böyle olmasalardı, belki ben mutlu olurdum. Onlar böyle başarılı olmasalardı, annem onlarla bu kadar gurur duymasaydı, belki beni daha çok severlerdi. Onlar bu kadar mutlu olmasalardı, ailemin istediği gibi yaşamasalardı, belki ailemin benim yaşamımı kabullenmeleri daha kolay olurdu. Belki o zaman anneme karşı daha açık olurdum, anlatırdım her şeyimi. Onlar olmasaydı, babam bana güvenirdi belki. Ama suçlu benim, her zaman olduğu gibi.
Başarısız hissetmek, çok garip. Herkes senin başardığını düşündüğünde, ailen hariç herkes, çok acı verici. Babam dövmedi hiç beni, bağırmadı bile. Ama bazen öyle bir söz söylerdi ki, keşke dövseydi derdim. O zaman bu kadar acımazdı. O zaman bana bu kadar zarar veremezdi bana.
Zeki adam babam. Abimler de öyleler. İyi üniversitelerden mezunlar. İyi işlerde çalışıyorlar. Peki ben... Ben sadece başarısızlığım. İnsanlar umursamadığımı söyler hep. "Annem biraz uğraşsan yaparsın." diyor. Ben umursamak istiyorum. Ben biraz uğraşmak istiyorum. Ama olmuyor, ne kadar istersem, ne yaparsam olmuyor. Gidemiyorum o siktiğimin okuluna. Biraz olsun uğraşamıyorum. Olmuyor işte. Ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ama çoktan yaptım onu, doğduğumda. Sadece onlar daha bunu bilmiyorlar.
Kaçmak istiyorum ben. Arkama bile bakmadan. "Kaçmak kolaydır." der insanlar. Oysa benim için en zoru kaçmak. Her şeyi, herkesi bırakmak arkamda, kaçmak. Gitmek, bir şehrin ismini bile bilmediğim bir ilçesine. Orada baştan başlamak. Ama en zoru işte benim için. Sebebini bilmiyorum. Ama yapamıyorum. Kalıp savaşamıyorum da. Duruyorum ben. İnsanların hayatlarından geçiyorum. Ama bir türlü kendi hayatımdan geçemiyorum.
Duruyorum ben. Bekliyorum. Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Ağlayarak bekliyorum.
Sonunu düşünmek bazı şeylerin, çok zor. Kafamın içinde o kadar düşünce varken, yaptıklarımı düşünmek, çok zor. Suçu başka birine ya da başka bir şeye atmak kolaydır. Ben suçu hep kendime atıyorum aslında. Ama içimdeki başka bir kendime. Suçlu sanki içimdeki başka bir kişilik. Sanki ben masumum. Ama değilim. Hiç olmadım ki.
Bazen de abimlere atarım suçu. Onlar böyle olmasalardı, belki ben mutlu olurdum. Onlar böyle başarılı olmasalardı, annem onlarla bu kadar gurur duymasaydı, belki beni daha çok severlerdi. Onlar bu kadar mutlu olmasalardı, ailemin istediği gibi yaşamasalardı, belki ailemin benim yaşamımı kabullenmeleri daha kolay olurdu. Belki o zaman anneme karşı daha açık olurdum, anlatırdım her şeyimi. Onlar olmasaydı, babam bana güvenirdi belki. Ama suçlu benim, her zaman olduğu gibi.
Başarısız hissetmek, çok garip. Herkes senin başardığını düşündüğünde, ailen hariç herkes, çok acı verici. Babam dövmedi hiç beni, bağırmadı bile. Ama bazen öyle bir söz söylerdi ki, keşke dövseydi derdim. O zaman bu kadar acımazdı. O zaman bana bu kadar zarar veremezdi bana.
Zeki adam babam. Abimler de öyleler. İyi üniversitelerden mezunlar. İyi işlerde çalışıyorlar. Peki ben... Ben sadece başarısızlığım. İnsanlar umursamadığımı söyler hep. "Annem biraz uğraşsan yaparsın." diyor. Ben umursamak istiyorum. Ben biraz uğraşmak istiyorum. Ama olmuyor, ne kadar istersem, ne yaparsam olmuyor. Gidemiyorum o siktiğimin okuluna. Biraz olsun uğraşamıyorum. Olmuyor işte. Ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ama çoktan yaptım onu, doğduğumda. Sadece onlar daha bunu bilmiyorlar.
Kaçmak istiyorum ben. Arkama bile bakmadan. "Kaçmak kolaydır." der insanlar. Oysa benim için en zoru kaçmak. Her şeyi, herkesi bırakmak arkamda, kaçmak. Gitmek, bir şehrin ismini bile bilmediğim bir ilçesine. Orada baştan başlamak. Ama en zoru işte benim için. Sebebini bilmiyorum. Ama yapamıyorum. Kalıp savaşamıyorum da. Duruyorum ben. İnsanların hayatlarından geçiyorum. Ama bir türlü kendi hayatımdan geçemiyorum.
Duruyorum ben. Bekliyorum. Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Ağlayarak bekliyorum.
Sonunu düşünmek bazı şeylerin, çok zor. Kafamın içinde o kadar düşünce varken, yaptıklarımı düşünmek, çok zor. Suçu başka birine ya da başka bir şeye atmak kolaydır. Ben suçu hep kendime atıyorum aslında. Ama içimdeki başka bir kendime. Suçlu sanki içimdeki başka bir kişilik. Sanki ben masumum. Ama değilim. Hiç olmadım ki.
27 Ocak 2014 Pazartesi
28.01.2014
Bundan sonra "Sevgili günlük" diye başlayacağım yazılarıma. Günlük yazıyor sayılırım zaten. Okuyanım da az olduğu için özel bile sayılabilir. Ayrıca hep içimde kaldı benim "Sevgili günlük" demek. Düşünsenize sonuçta bir "sevgili" geçiyor içinde. Kimseye "sevgili" ya da "sevgilim" demediğim için burada yazmak istiyorum. "Bak yine yalnızlığa girdi." demeyin hemen. Bu sefer yalnızlık yok. Bu sefer acı da yok. Komik şeyler yazacağım ben de. Çok kıskanıyorum bazı blogları. Böyle güzel güzel, eğlenceli şeyler yazıyorlar. "Ben de yazacağım." dedim ve başlıyorum.
Bugün yaşadıklarımızı anlatabilirim mesela ya da yaşadıklarımı.
Evde mal mal otururken arkadaşım aradı bugün pazartesi, çılgınlık yapıp sanki her pazartesi yapmıyormuşuz gibi sinemaya gitmeyi teklif etti.
Ve sonunda "Daha ne ters gidebilir ki?" dediğim olaylar silsilesi başlamış oldu.
Önce fatura yatırma merkezine gidip, içeri girip "İki tane fatura yatıracağım." dedim. Ve aldığım cevap "100 tl'nin üstündeyse alamam." oldu. Dedim o zaman bari birini yatırayım. Adam aldı faturayı, abone numarasını girdi ve dedi ki "Banka cevap vermiyor. Alamayacağım." İçimden "Alacağın başka bir şey var bende." desem de, "Tamam, yarın uğrarım." deyip, boynu bükük çıktım.
Ve bir şekilde Trump Towers'a vardım. Sinemadaki adam hatırladı bizi. Artık beğendi mi, yoksa her hafta gittiğimiz için mi bilemiyorum. Bir de espri yaptı iki haftadı çizgi-filme geliyorsunuz, diye. Tabi ikinci şoku burada yaşadım. Gnçtrkcll kampanyası bitmiş. Tabii o an idrak edemeyip yine de biletleri aldık. Sonradan "Ne yaptık biz?" moduna girince. Bir de gidip biletleri iade ettik. Kazandığım 3 kuruşluk worldpuanım gitti, ben en çok ona yandım. Tabii iade almak için de 1 saat konuşmamız gerektiğini söylemiyorum bile.
Bir çılgınlık daha yapıp "Cevahir'e bakalım orada vardır belki." dediler. Oraya da gittik hem de bu karda kışta kıyamette. Tabii ben gitmeden itiraz ettim ikisi de aynı sinema birinde bittiyse diğerinde niye olsun diye ama. Tabii ki yoktu.
Buraya kadar gelmişken yemek yemeden olmazdı. Bir de yemek yedik. Sonra onlar pes etmeyip Vodafone kampayasından yararlanmak için Demirören'e giderlerken, ben de evime dönüp bir güzel dizi izledim.
Böyle saçma bir gün yaşadık işte. Kimlerle gittiğimi merak mı ediyorsunuz? Tabi ki etmiyorsunuz ama söyleyeyim: M'Franz Ferdinand Freyja ve Davin Juan Freyja.
"Sevgili günlük"le başladım. Onunla bitireyim bari.
Evet sevgili günlük, bugün de böyle saçma bir şekilde harcanıp gitti. Bir sonraki saçma günümde görüşmek dileğiyle.
Bugün yaşadıklarımızı anlatabilirim mesela ya da yaşadıklarımı.
Evde mal mal otururken arkadaşım aradı bugün pazartesi, çılgınlık yapıp sanki her pazartesi yapmıyormuşuz gibi sinemaya gitmeyi teklif etti.
Ve sonunda "Daha ne ters gidebilir ki?" dediğim olaylar silsilesi başlamış oldu.
Önce fatura yatırma merkezine gidip, içeri girip "İki tane fatura yatıracağım." dedim. Ve aldığım cevap "100 tl'nin üstündeyse alamam." oldu. Dedim o zaman bari birini yatırayım. Adam aldı faturayı, abone numarasını girdi ve dedi ki "Banka cevap vermiyor. Alamayacağım." İçimden "Alacağın başka bir şey var bende." desem de, "Tamam, yarın uğrarım." deyip, boynu bükük çıktım.
Ve bir şekilde Trump Towers'a vardım. Sinemadaki adam hatırladı bizi. Artık beğendi mi, yoksa her hafta gittiğimiz için mi bilemiyorum. Bir de espri yaptı iki haftadı çizgi-filme geliyorsunuz, diye. Tabi ikinci şoku burada yaşadım. Gnçtrkcll kampanyası bitmiş. Tabii o an idrak edemeyip yine de biletleri aldık. Sonradan "Ne yaptık biz?" moduna girince. Bir de gidip biletleri iade ettik. Kazandığım 3 kuruşluk worldpuanım gitti, ben en çok ona yandım. Tabii iade almak için de 1 saat konuşmamız gerektiğini söylemiyorum bile.
Bir çılgınlık daha yapıp "Cevahir'e bakalım orada vardır belki." dediler. Oraya da gittik hem de bu karda kışta kıyamette. Tabii ben gitmeden itiraz ettim ikisi de aynı sinema birinde bittiyse diğerinde niye olsun diye ama. Tabii ki yoktu.
Buraya kadar gelmişken yemek yemeden olmazdı. Bir de yemek yedik. Sonra onlar pes etmeyip Vodafone kampayasından yararlanmak için Demirören'e giderlerken, ben de evime dönüp bir güzel dizi izledim.
Böyle saçma bir gün yaşadık işte. Kimlerle gittiğimi merak mı ediyorsunuz? Tabi ki etmiyorsunuz ama söyleyeyim: M'Franz Ferdinand Freyja ve Davin Juan Freyja.
"Sevgili günlük"le başladım. Onunla bitireyim bari.
Evet sevgili günlük, bugün de böyle saçma bir şekilde harcanıp gitti. Bir sonraki saçma günümde görüşmek dileğiyle.
26 Ocak 2014 Pazar
27.01.2013
Küçükken hep dışlanırdım ben. 5 kişiyle 6 kişiyle falan kavga ederdim hatta bazen. Ağlayarak dönerdim eve. Sonra okula başladım. Orada da dışlandım. O kıskançlıktandı sanırım. Hiç ödev yapmadan en yüksek notu alan kişiyi kim sever ki?
İnsanlar, yakından tanımayanlar, hiç inanmadı nedense ders çalışmadığıma. Sanırım imkansız geliyordu onlara. Sonra 7. sınıfta okul değiştirip özel okula geçtim. İlk defa okulda sevilen biri oldum hatta.
Sonra da lise var işte. 4 sene boyunca sanırım 5 rehberlik hocası değişti. Emin değilim. Ama hepsinin ilk görüştüğü kişinin ben olduğunu biliyorum. Tabi müdür yardımcıları da aynı şekilde hep çağırırlardı beni. Sanırım o zamandan belliydi, ne kadar amaçsız biri olduğum. Zekiydim, çalışmama da gerek yoktu. Sanırım kendim de dahil herkesin gözünde zekasını harcayan biriyim.
Ne anlatıyorum ben ya? Niye anlatıyorum? Kim okuyor ki zaten?
Neyse işte bir şeylerde iyi olmak konusunda pek sıkıntım olmadı benim. Birileriyle iyi anlaşmak konusunda çok sıkıntım oldu ama. Çok tartıştım, çok insan kaybettim. İnsanlar geldiler, gittiler. Arkadaşlarım oldu. İnsanlar nedense iyi biri olduğumu düşünüp konuşmaya başlıyorlar benimle. Onları umursamam gerektiğini düşünüyorlar, sırf benimle konuştukları için. Oysa ben öyle bir şey istemedim ki onlardan.
Aklınızdan geçeni biliyorum: Ne anlatıyor bu çocuk? Aynen, ne anlatıyorum ben? Bilmiyorum. Zaten hiçbir şey bilmiyorum.
İnsanlar, yakından tanımayanlar, hiç inanmadı nedense ders çalışmadığıma. Sanırım imkansız geliyordu onlara. Sonra 7. sınıfta okul değiştirip özel okula geçtim. İlk defa okulda sevilen biri oldum hatta.
Sonra da lise var işte. 4 sene boyunca sanırım 5 rehberlik hocası değişti. Emin değilim. Ama hepsinin ilk görüştüğü kişinin ben olduğunu biliyorum. Tabi müdür yardımcıları da aynı şekilde hep çağırırlardı beni. Sanırım o zamandan belliydi, ne kadar amaçsız biri olduğum. Zekiydim, çalışmama da gerek yoktu. Sanırım kendim de dahil herkesin gözünde zekasını harcayan biriyim.
Ne anlatıyorum ben ya? Niye anlatıyorum? Kim okuyor ki zaten?
Neyse işte bir şeylerde iyi olmak konusunda pek sıkıntım olmadı benim. Birileriyle iyi anlaşmak konusunda çok sıkıntım oldu ama. Çok tartıştım, çok insan kaybettim. İnsanlar geldiler, gittiler. Arkadaşlarım oldu. İnsanlar nedense iyi biri olduğumu düşünüp konuşmaya başlıyorlar benimle. Onları umursamam gerektiğini düşünüyorlar, sırf benimle konuştukları için. Oysa ben öyle bir şey istemedim ki onlardan.
Aklınızdan geçeni biliyorum: Ne anlatıyor bu çocuk? Aynen, ne anlatıyorum ben? Bilmiyorum. Zaten hiçbir şey bilmiyorum.
19 Ocak 2014 Pazar
20.01.2014
Bir oğlum olsun istiyorum. Ama hep 9-10 yaşlarında kalsın, büyümesin. Ben seveyim onu, birlikte oynayalım. Gece yanıma gelsin korktuğu için. Uyurken hikayeler anlatayım ona. Okula gittiğinde ya da arkadaşlarıyla oynarken dışarıda, gurur duysun benimle. "Benim babam çok güçlü." desin. Eve girdiğimde mutlu olayım onun sayesinde.
Çocuk istemeyen insanlara hep hayret etmişimdir. Böyle tatlı bir şey nasıl istenmez ki? Bu kadar masum bir şeyi insanlar nasıl reddebilir? Buna sahip olma ihtimalimin çok düşük olması, çok kötü.
Her insan, istediği gibi yaşamalı, tabi eğer bedelini ödeyebilecekse. Ben bu bedeli ödeyebileceğimden emin değilim. Zaten nasıl yaşamak istediğimi de bilmiyorum gerçi.
Bir yerde kendim hakkında, "Öğrenci, çevirmen, çizgi-roman hastası, arada yazar, bazen çizer ama hep mutsuz." yazmıştım. Tam olarak buyum aslında, hep mutsuz.
Hayatı istediğim gibi ya da daha çok içimden geldiği gibi yaşamaya çalışıyorum. İstediğim şeyleri yapıyorum, mesela çeviri yapmak gibi, ya da istediğim bölümde okumak gibi. Ama çoğu zaman bunları istediğimden emin değilim.
Her şeyi denemek istiyorum. Mesela oyunculuk yapmak ama aynı zamanda mühendis olmak da istiyorum. Ama her şeyi denemek imkansız. Çünkü bazen aynı anda iki şey olmanız gerekiyor. Resim de çizmek istiyorum ama diğer istediklerimi yaparsam buna vakit kalmaz. Sonuçta imkansızı istiyorum yani.
İnsanlara bir şeyler söylemek istiyorum ama konuşamıyorum. Zaten hiç konuşabilen biri olmadım ben. Hep sustum, herkesin karşısında.
Aslında hayatımın çoğunda yalan söyledim. Yani insanlar sadece bir kısmımı tanıyor. Her tanıştığım insan, farklı kısmımı tanıyor. Herkesin bilmediği şeyler var hakkımda ve her insanın bilmediği şeyler farklı. Belki bir gün birbirleriyle tanışırlarsa beni tamamlayabilirler.
Yalan söylemekten tabii ki hoşlanmıyorum ama bazen başka bir yol kalmıyor. Varsa da ben bulamıyorum. Zaten hiçbir şeyi bulamıyorum ben. Hiçkimseyi...
Ben dürüst biri değilim. İyi biri, hiç değilim. Ama yine de beni seven en azından sevdiğini düşündüğüm insanlar var. İşte onlar gerçekten iyi insanlar.
Bir de beni sevdiğini söyleyen insanlar var. Sadece gördüğü şeyi seviyor halbuki onlar. Bir fotoğraf görüyorlar. Belki altında iki satır yazı. Oysa ben o değilim ki. Ben bambaşka biriyim. Konuşmaya sohbet etmeye çalışıyorlar. Sonra neden suskunsun geliyor. Sonra hiç konuşmuyorsun sen de. Sadece kendisine öyle davrandığımı sanıyor. "Hoşlanmadın mı benden?" diyor. Oysa bilmiyor ki hoşlanmadığım şey hayatın kendisi.
Çocuk istemeyen insanlara hep hayret etmişimdir. Böyle tatlı bir şey nasıl istenmez ki? Bu kadar masum bir şeyi insanlar nasıl reddebilir? Buna sahip olma ihtimalimin çok düşük olması, çok kötü.
Her insan, istediği gibi yaşamalı, tabi eğer bedelini ödeyebilecekse. Ben bu bedeli ödeyebileceğimden emin değilim. Zaten nasıl yaşamak istediğimi de bilmiyorum gerçi.
Bir yerde kendim hakkında, "Öğrenci, çevirmen, çizgi-roman hastası, arada yazar, bazen çizer ama hep mutsuz." yazmıştım. Tam olarak buyum aslında, hep mutsuz.
Hayatı istediğim gibi ya da daha çok içimden geldiği gibi yaşamaya çalışıyorum. İstediğim şeyleri yapıyorum, mesela çeviri yapmak gibi, ya da istediğim bölümde okumak gibi. Ama çoğu zaman bunları istediğimden emin değilim.
Her şeyi denemek istiyorum. Mesela oyunculuk yapmak ama aynı zamanda mühendis olmak da istiyorum. Ama her şeyi denemek imkansız. Çünkü bazen aynı anda iki şey olmanız gerekiyor. Resim de çizmek istiyorum ama diğer istediklerimi yaparsam buna vakit kalmaz. Sonuçta imkansızı istiyorum yani.
İnsanlara bir şeyler söylemek istiyorum ama konuşamıyorum. Zaten hiç konuşabilen biri olmadım ben. Hep sustum, herkesin karşısında.
Aslında hayatımın çoğunda yalan söyledim. Yani insanlar sadece bir kısmımı tanıyor. Her tanıştığım insan, farklı kısmımı tanıyor. Herkesin bilmediği şeyler var hakkımda ve her insanın bilmediği şeyler farklı. Belki bir gün birbirleriyle tanışırlarsa beni tamamlayabilirler.
Yalan söylemekten tabii ki hoşlanmıyorum ama bazen başka bir yol kalmıyor. Varsa da ben bulamıyorum. Zaten hiçbir şeyi bulamıyorum ben. Hiçkimseyi...
Ben dürüst biri değilim. İyi biri, hiç değilim. Ama yine de beni seven en azından sevdiğini düşündüğüm insanlar var. İşte onlar gerçekten iyi insanlar.
Bir de beni sevdiğini söyleyen insanlar var. Sadece gördüğü şeyi seviyor halbuki onlar. Bir fotoğraf görüyorlar. Belki altında iki satır yazı. Oysa ben o değilim ki. Ben bambaşka biriyim. Konuşmaya sohbet etmeye çalışıyorlar. Sonra neden suskunsun geliyor. Sonra hiç konuşmuyorsun sen de. Sadece kendisine öyle davrandığımı sanıyor. "Hoşlanmadın mı benden?" diyor. Oysa bilmiyor ki hoşlanmadığım şey hayatın kendisi.
16 Ocak 2014 Perşembe
Bir Şeyler
-Saat kaç?
+Yedi buçuk. Uyumadın değil mi yine?
-Uyumak zor oluyor, eğer yatağa her girdiğinde gözlerinde yaş gelip, bütün vücudun titremeye başlıyorsa.
+Neden ki?
-Yalnızlık, dersler, hiçbir işe yaramadığını hissetmek, başarısız hissetmek, ama en çok ne istediğini bilememek.
+Ne istediğini bulmak zor mu?
-Zor tabi. Bazen yatağa yatıyorum, hayal kurmaya başlıyorum. Ama hiçbir hayalimde huzur bulamıyorum. Eskiden en çok istediğim şeylerin olduğunu düşünmek bile beni mutlu edemiyor. Yatsam da uyuyamıyorum yani.
+Ne yapıyosun peki?
-Önce titremeye başlıyorum. Sonra ağlıyorum bazen. Ağlarsam uyuyabiliyorum ama bazen ağlamayı bile beceremiyorum. Saatlerce yatakta titreyip, sonra kalkıp sigara yakıyorum. Hep sigara yakıyorum zaten. Ne işe yarıyor onu da bilmiyorum. Zaten ne biliyorum ki?
+Belki de fazla şey bildiğin içindir.
-Belki de bilmekten korktuğum içindir. Evet, korkuyu unuttum. Korku var bir de. Gelecek korkusu. Büyümüş olmanın korkusu. Artık bir şeyler başarman gerektiğini bilmek ve ne yapacağını bilmemenin korkusu.
+Ama başarısız değilsin ki. Hayatta hep başarılı kısımdaydın sen.
-Yine de burada oturmuş olmayan biriyle konuşuyorum. Başarılı olsaydım bu olur muydu? Başarmış olsaydım yalnız olur muydum? Eğer başarmış olsaydım huzurlu olmaz mıydım?
+Başarı ne peki?
-Başarı, insanın bir şeylerde iyi olması değil. Başarmak demek, yapmak istediğin şeyi yapıyor olmak demek. Yaşamak istediğin şekilde yaşıyor olmak. Başka bir değişle huzurlu olmak. Her sabah uyandığında hissetmek başardığını.
+Yedi buçuk. Uyumadın değil mi yine?
-Uyumak zor oluyor, eğer yatağa her girdiğinde gözlerinde yaş gelip, bütün vücudun titremeye başlıyorsa.
+Neden ki?
-Yalnızlık, dersler, hiçbir işe yaramadığını hissetmek, başarısız hissetmek, ama en çok ne istediğini bilememek.
+Ne istediğini bulmak zor mu?
-Zor tabi. Bazen yatağa yatıyorum, hayal kurmaya başlıyorum. Ama hiçbir hayalimde huzur bulamıyorum. Eskiden en çok istediğim şeylerin olduğunu düşünmek bile beni mutlu edemiyor. Yatsam da uyuyamıyorum yani.
+Ne yapıyosun peki?
-Önce titremeye başlıyorum. Sonra ağlıyorum bazen. Ağlarsam uyuyabiliyorum ama bazen ağlamayı bile beceremiyorum. Saatlerce yatakta titreyip, sonra kalkıp sigara yakıyorum. Hep sigara yakıyorum zaten. Ne işe yarıyor onu da bilmiyorum. Zaten ne biliyorum ki?
+Belki de fazla şey bildiğin içindir.
-Belki de bilmekten korktuğum içindir. Evet, korkuyu unuttum. Korku var bir de. Gelecek korkusu. Büyümüş olmanın korkusu. Artık bir şeyler başarman gerektiğini bilmek ve ne yapacağını bilmemenin korkusu.
+Ama başarısız değilsin ki. Hayatta hep başarılı kısımdaydın sen.
-Yine de burada oturmuş olmayan biriyle konuşuyorum. Başarılı olsaydım bu olur muydu? Başarmış olsaydım yalnız olur muydum? Eğer başarmış olsaydım huzurlu olmaz mıydım?
+Başarı ne peki?
-Başarı, insanın bir şeylerde iyi olması değil. Başarmak demek, yapmak istediğin şeyi yapıyor olmak demek. Yaşamak istediğin şekilde yaşıyor olmak. Başka bir değişle huzurlu olmak. Her sabah uyandığında hissetmek başardığını.
14 Ocak 2014 Salı
Düşüncelerim
"Eğer hayat kafamın içindeki bir hayalden ibaretse sadece, o zaman yaşayan kimse benim kadar mazoşist olamaz." demiş biri sanırım. Ya da belki de ben demiştim. Hatırlamıyorum. Farketmez gerçi, ben de birisiyim sonuçta birilerine göre.
Bazen düşünüyorum. Bazen o kadar düşünüyorum ki, düşünmeyi bile düşünebiliyorum. Bazı geceler uyumaz insan. Ya da ben uyumam en azından. Farketmez gerçi, ben de insan sayılabilirim, bazı açılardan.
Uyumadığım gecelerde değil, uyumadığım gecelerin sabahında çok düşünürüm ben. Düşünmeyi de o zaman düşünürüm işte. "Eğer düşünemeseydim bazı şeyleri, yine de bu kadar mutsuz olur muydum?" derim bazen. Farketmez gerçi, düşünüyorum sonuçta, düşünmeyi.
Ya da hayatımı değiştirdiğimi düşünürüm. Aslında hep hayatımı değiştirdiğimi düşünürüm ben. Ya da değiştiğini. Farketmez gerçi, önemli olan değişimi düşünebilmek değil mi?
Bazen de insanları düşünürüm. Gerçek insanları... Hepsi kendi hayatlarının kahramanı. Hepsi kendi filmini çekiyor. Ama hiçbiri kahraman değil. Dünyayı değiştirdiklerini sanıyorlar en ufak başarılarında. Farketmez gerçi, ben de kahraman değilim.
Hollywood gençlik filmlerini de düşünürüm. Oradaki ezik karakterler, filmin sonunda muhakkak, okulun en yakışıklı erkeğiyle ya da en güzel kızıyla çıkarlar. Ben de merak ederim benim filminin sonu ne zaman gelecek diye. Farketmez gerçi, ezik biri sayılmam.
Geleceği hayal ederim bir de ben. Farklı şekillerde de olsa huzurluyumdur hayallerimde. Hayallerimde mutsuz olduğum yerler bile vardır ama huzursuzluk yoktur. Farketmez gerçi, henüz bugünü bile yaşayamıyorken.
İnsanların beni sevdiğini düşünürüm bazen. Hayat çok garip işte, sen onları sevmesen de onlar seni sevsin istiyorsun. Herkes seni el üstünde tutsun istiyorsun. Farketmez gerçi, sonuçta umursayan kimse yok.
Umudu da düşünürüm ben. Halbuki ne kadar uzak bir kelime bana. Ve aynı zamanda nasıl bu kadar yakın? Farketmez gerçi, umutsuzluğa bu şekilde mahkumken.
İnsanlar aynaya baktığında farklı şeyler görürler. Bazısı kendinden utanır, bazısı kendini dünyanın en yakışıklı/güzel insanı zanneder. Ben aynaya baktığımda pek bir şey göremiyorum. Yolunu kaybetmiş bir yolcu gibi arıyorum doğruyu, soruyorum ama cevap alamıyorum. Sanırım ben sadece geçiyorum. Ya da bir türlü geçemiyorum.
Bazen düşünüyorum. Bazen o kadar düşünüyorum ki, düşünmeyi bile düşünebiliyorum. Bazı geceler uyumaz insan. Ya da ben uyumam en azından. Farketmez gerçi, ben de insan sayılabilirim, bazı açılardan.
Uyumadığım gecelerde değil, uyumadığım gecelerin sabahında çok düşünürüm ben. Düşünmeyi de o zaman düşünürüm işte. "Eğer düşünemeseydim bazı şeyleri, yine de bu kadar mutsuz olur muydum?" derim bazen. Farketmez gerçi, düşünüyorum sonuçta, düşünmeyi.
Ya da hayatımı değiştirdiğimi düşünürüm. Aslında hep hayatımı değiştirdiğimi düşünürüm ben. Ya da değiştiğini. Farketmez gerçi, önemli olan değişimi düşünebilmek değil mi?
Bazen de insanları düşünürüm. Gerçek insanları... Hepsi kendi hayatlarının kahramanı. Hepsi kendi filmini çekiyor. Ama hiçbiri kahraman değil. Dünyayı değiştirdiklerini sanıyorlar en ufak başarılarında. Farketmez gerçi, ben de kahraman değilim.
Hollywood gençlik filmlerini de düşünürüm. Oradaki ezik karakterler, filmin sonunda muhakkak, okulun en yakışıklı erkeğiyle ya da en güzel kızıyla çıkarlar. Ben de merak ederim benim filminin sonu ne zaman gelecek diye. Farketmez gerçi, ezik biri sayılmam.
Geleceği hayal ederim bir de ben. Farklı şekillerde de olsa huzurluyumdur hayallerimde. Hayallerimde mutsuz olduğum yerler bile vardır ama huzursuzluk yoktur. Farketmez gerçi, henüz bugünü bile yaşayamıyorken.
İnsanların beni sevdiğini düşünürüm bazen. Hayat çok garip işte, sen onları sevmesen de onlar seni sevsin istiyorsun. Herkes seni el üstünde tutsun istiyorsun. Farketmez gerçi, sonuçta umursayan kimse yok.
Umudu da düşünürüm ben. Halbuki ne kadar uzak bir kelime bana. Ve aynı zamanda nasıl bu kadar yakın? Farketmez gerçi, umutsuzluğa bu şekilde mahkumken.
İnsanlar aynaya baktığında farklı şeyler görürler. Bazısı kendinden utanır, bazısı kendini dünyanın en yakışıklı/güzel insanı zanneder. Ben aynaya baktığımda pek bir şey göremiyorum. Yolunu kaybetmiş bir yolcu gibi arıyorum doğruyu, soruyorum ama cevap alamıyorum. Sanırım ben sadece geçiyorum. Ya da bir türlü geçemiyorum.
12 Ocak 2014 Pazar
Kısa Bir Diyalog #3
-Hiç dünyadan intikam almak istedin mi?
+Evet. Hem de bir çok kez.
-Peki ne yapıyorsun bu duyguyu hissettiğinde?
+İnsanları üzüyorum ya da üzmeye çalışıyorum. Ben mutsuzken insanların mutlu olmasına dayanamıyorum.
-Peki sonra?
+Onları üzdüğüm için daha çok üzülüyorum. Bazen biri çıkıyor karşına. "Bu sefer mutlu olabilirim." diyorsun. Ama bu sefer de o üzüyor seni.
-Yani ya birini üzüyorsun, ya da biri seni üzüyor, öyle mi?
+Her zaman isteyerek olmuyor. Bazen biri sevdiğini söylüyor sana, ama sen sevmiyorsun onu bazen de sen birini seviyorsun o sevmiyor seni. Bazen de sadece mutsuz birine denk geliyorsun ve senin üzerinden hayattan intikam almaya çalışıyor. Seni üzerse mutlu olacağına inanıyor. Hepimiz aynıyız yani aslında.
-Yani hiçbirimiz mutlu değiliz.
+Hayır, bazılarımız mutlu. Mutsuz olanlar olarak hepimiz aynıyız. Aynı şeyleri hissedip, aynı şeyleri yapıyoruz.
-Peki bundan kurtulmak istemiyor musun?
+Herkes bundan kurtulmak ister. Neden, bir yolunu mu biliyorsun?
-Değişir.
+Neye göre?
-Beni sevip, sevmemene göre. Beni seviyor musun?
+Ama sen...
-Biliyorum, ama düşündüm bu konu üzerinde. Ne istediğime karar verdim.
+Ne istiyorsun?
-Yanında olmayı.
+Yani seviyorsun beni.
-Evet, seviyorum.
+Belki de artık ben bile mutlu olabilirim.
-Artık "Belki" yok.
+Doğru, artık yok. Bundan sonra "Biz" varız çünkü.
+Evet. Hem de bir çok kez.
-Peki ne yapıyorsun bu duyguyu hissettiğinde?
+İnsanları üzüyorum ya da üzmeye çalışıyorum. Ben mutsuzken insanların mutlu olmasına dayanamıyorum.
-Peki sonra?
+Onları üzdüğüm için daha çok üzülüyorum. Bazen biri çıkıyor karşına. "Bu sefer mutlu olabilirim." diyorsun. Ama bu sefer de o üzüyor seni.
-Yani ya birini üzüyorsun, ya da biri seni üzüyor, öyle mi?
+Her zaman isteyerek olmuyor. Bazen biri sevdiğini söylüyor sana, ama sen sevmiyorsun onu bazen de sen birini seviyorsun o sevmiyor seni. Bazen de sadece mutsuz birine denk geliyorsun ve senin üzerinden hayattan intikam almaya çalışıyor. Seni üzerse mutlu olacağına inanıyor. Hepimiz aynıyız yani aslında.
-Yani hiçbirimiz mutlu değiliz.
+Hayır, bazılarımız mutlu. Mutsuz olanlar olarak hepimiz aynıyız. Aynı şeyleri hissedip, aynı şeyleri yapıyoruz.
-Peki bundan kurtulmak istemiyor musun?
+Herkes bundan kurtulmak ister. Neden, bir yolunu mu biliyorsun?
-Değişir.
+Neye göre?
-Beni sevip, sevmemene göre. Beni seviyor musun?
+Ama sen...
-Biliyorum, ama düşündüm bu konu üzerinde. Ne istediğime karar verdim.
+Ne istiyorsun?
-Yanında olmayı.
+Yani seviyorsun beni.
-Evet, seviyorum.
+Belki de artık ben bile mutlu olabilirim.
-Artık "Belki" yok.
+Doğru, artık yok. Bundan sonra "Biz" varız çünkü.
7 Ocak 2014 Salı
Kısa Bir Diyalog #2
-Biz insanlara ne yaptık ki? Neden nefret ediyorlar bizden?
+Çünkü farklıyız. Onlar gibi değiliz.
-Farklı olmamız neden umurlarında ki?
+İnsanlar böyledir. Onlardan biri değilsen, düşmanlarısındır.
-Bizi kabul etsinler, sevsinler istemiyorum ben. Sadece görmezden gelmek, umursamamak neden bu kadar zor onlar için?
+Çünkü onlar, bilmiyorlar. Kimi seveceğini senin seçmediğini bilmiyorlar.
-Onlar sevmemiş mi hiç?
+Bazıları sevmiştir muhakkak. Onlar da kıskançlıklarından dolayı sevemiyorlar bizi. Çünkü onlar sevdiği halde içlerine atmışlar, kimseye söyleyememişler. Bizim de onlar gibi olmamızı istiyorlar.
-Peki biz de onlar gibi olacak mıyız?
+Hayır, biz saklanmayacağız. Saklamayacağız kimseden sevgimizi.
-Çok kolay bir şeymiş gibi söyledin.
+Çünkü sen yanımdayken her şey çok kolay gözüküyor.
-Ama değil, değil mi?
+Hayır, korkarım değil. Ama saklanmak daha zor. Onların kurallarıyla yaşamak, kim olduğunu unutmak, onların istediği kişiyi sevmek, dışlanmaktan çok daha zor.
-Hala anlamıyorum, biz ne yaptık ki onlara? Sadece onlar gibi olmadığımız için olamaz. Aklım almıyor.
+Kimse mantıklı olduğunu düşünmüyor. Onlar sadece onlara denileni yapıyorlar.
-İstediğim gibi yaşamak istiyorum sadece. O kadar zor mu? İnsanlar neden yolda el ele tutuşmuş iki erkek görünce yargılıyorlar ki hemen?
+Çünkü, onlara öyle öğretilmiş. Onlar aşkı sadece, yüzeysel algılıyorlar. Onlar için bir erkek sadece bir kadını sevebilir.
-Peki aşk ne ki sahiden?
+Aşk, bir insanın gözlerinin içine baktığında umudu görmektir. Aşk, aşık olduğun kişi yanındayken, dünyanın hala güzel olduğunu hissetmektir. Aşk, nefes aldığını hissetmektir bazen; bazense nefesinin kesildiğini. Aşk bazen, hissedebildiğini keşfetmektir. Ama ne olursa olsun aşk, zordur. Uğraş ister. Emek vermen gerekir. Ve çocuk, her zaman karşılığını alamayabilirsin. Ama denemek zorunda olduğunu bilirsin, aşık olduğun zaman.
+Çünkü farklıyız. Onlar gibi değiliz.
-Farklı olmamız neden umurlarında ki?
+İnsanlar böyledir. Onlardan biri değilsen, düşmanlarısındır.
-Bizi kabul etsinler, sevsinler istemiyorum ben. Sadece görmezden gelmek, umursamamak neden bu kadar zor onlar için?
+Çünkü onlar, bilmiyorlar. Kimi seveceğini senin seçmediğini bilmiyorlar.
-Onlar sevmemiş mi hiç?
+Bazıları sevmiştir muhakkak. Onlar da kıskançlıklarından dolayı sevemiyorlar bizi. Çünkü onlar sevdiği halde içlerine atmışlar, kimseye söyleyememişler. Bizim de onlar gibi olmamızı istiyorlar.
-Peki biz de onlar gibi olacak mıyız?
+Hayır, biz saklanmayacağız. Saklamayacağız kimseden sevgimizi.
-Çok kolay bir şeymiş gibi söyledin.
+Çünkü sen yanımdayken her şey çok kolay gözüküyor.
-Ama değil, değil mi?
+Hayır, korkarım değil. Ama saklanmak daha zor. Onların kurallarıyla yaşamak, kim olduğunu unutmak, onların istediği kişiyi sevmek, dışlanmaktan çok daha zor.
-Hala anlamıyorum, biz ne yaptık ki onlara? Sadece onlar gibi olmadığımız için olamaz. Aklım almıyor.
+Kimse mantıklı olduğunu düşünmüyor. Onlar sadece onlara denileni yapıyorlar.
-İstediğim gibi yaşamak istiyorum sadece. O kadar zor mu? İnsanlar neden yolda el ele tutuşmuş iki erkek görünce yargılıyorlar ki hemen?
+Çünkü, onlara öyle öğretilmiş. Onlar aşkı sadece, yüzeysel algılıyorlar. Onlar için bir erkek sadece bir kadını sevebilir.
-Peki aşk ne ki sahiden?
+Aşk, bir insanın gözlerinin içine baktığında umudu görmektir. Aşk, aşık olduğun kişi yanındayken, dünyanın hala güzel olduğunu hissetmektir. Aşk, nefes aldığını hissetmektir bazen; bazense nefesinin kesildiğini. Aşk bazen, hissedebildiğini keşfetmektir. Ama ne olursa olsun aşk, zordur. Uğraş ister. Emek vermen gerekir. Ve çocuk, her zaman karşılığını alamayabilirsin. Ama denemek zorunda olduğunu bilirsin, aşık olduğun zaman.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)