20 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzündeki Maske

Bazen vazgeçmek istiyorum senden. Neden diyorum. Neden? Neden seviyorum onu?
Sonra seni düşünmeye başlıyorum. İlk aklıma gelen bütün dünyaya karşı taktığın maskenin altından nadiren yakalayabildiğim masum gülüşün oluyor.
Sonra yine maskeyi unutup bana baktığın ve göz göze geldiğimiz anlar geliyor aklıma. An diyorum çünkü bir an sürüyor bunlar hep.
Ardından masken yüzüne yapışıyor tekrar.
Bütün dünyaya gülüyormuşsun gibi görünmek için taktığın maske işe yaramıyor bende.
Ben sana baktığımda kaçmaya çalışan birini görüyorum.
Attığın her kahkahada çaresizliğini hissediyorum.
Maskenin altında ne sağladığını bilmiyorum.
Neyden kaçtığını bilmiyorum.
Ama yanımda otururken maskeyi çıkarmak istediğini biliyorum.
Hayatım boyunca konuşabilen biri olmadım.
Keşke daha çok konuşsam.
Güven bana diyebilsem keşke. Çıkar maskeni. Ben de taktım ağırlığını bilirim.
Her gülüşünde hissettiğin o çaresizliği en iyi ben bilirim hatta.
Her sabah mutsuz uyanmak ne demek onu da bilirim.
Ya da mutsuzluktan ölmek üzereyken bile bir arkadaşınla karşılaştığında yüzüne taktığın o sahte gülümsemeyi…
Bir de keşke kendini benim gözümden bir kere görebilsen.
Anlatsam sana, seni keşke. Kendini bir de benim gözümden tanısan.
Ya da anlatsan keşke derdini, ortak olsam.
Biz çocuk, seninle bir cem adrian şarkısı gibiyiz. Aynı ormanda kaybolmuşuz.
Ama sen o kadar kaybolmuşsun bunun bile farkında değilsin.

4 Eylül 2014 Perşembe

İki Çocuk

İnsanların hayal gücü ne kadar zayıf aslında. Mesela bir muavin şoför olmak ister, ya da bir çoban kendi sürüsü olsun ister. Eğer derseniz ki onlar cahil insanlar, öyleyse okumuş bir mühendisi ele alalım. Iş bulmak ister. Zam ister. Arabası olsun ister. Ama okuduğu mühendislik dalında daha önceden yapılan şeyleri uygulamak dışında bir şey yapmayı, yeni bir şey üretmeyi düşünmez hiç.
Her neyse buraya bunun için gelmedim. Onu başka zaman yazarım belki.
Başka bir şey için geldim buraya.
Serin bir eylül akşamında bardan çıkmışız mesela. Yürüyoruz Taksim'de. Hani şanssızız ya yağmur da var. Yanımızda ceket falan da yok. Hani akdeniz çocuğuz ya alışık değiliz. Biraz da sarhoşuz umursamıyoruz yağmuru. Yürüyoruz İstiklal'de. Islanıyoruz birlikte. Metro girişine geliyoruz. Ayrılmamız gerek artık. Ama gidemiyoruz bir türlü. Bakıyoruz birbirimize. Sözde ikimiz de aşka inanmıyoruz. Durmuş orada öylece bakıyoruz. Gitmiyoruz, gidemiyoruz. Aslında utangaç biriyim ama ilk defa, belki de hayatımda ilk defa, cesaretimi topluyorum ve ilk hareketi ben yapıyorum. Yine hayatımda ilk defa vereceği tepkiyi bilmeden "Benim olsana." diyorum. Yine ciddi olmadığımı sanıyorsun. Çünkü hep diyorum. Çünkü her seferinde bir kızla sevgili olduğunda "Beni aldatıyor musun?" diyorum. Sen de gösterip evet bak bununla aldatıyorum diyorsun. Belki komik olduğunu sanıyorsun. Ama senin her sevgilin olduğunda, benim içim yanıyor.
Neyse sen gülüyorsun. Ben tekrarlıyorum: "Benim olsana."
"Ya siktin git artık." diyorsun gülerek.
Gözlerine bakıyorum. Bir delilik daha yapıyorum. Elimi götürüyorum yanağına. Okşuyorum yanağını. Yüzündeki su damlalarını hissediyorum.
Elimi tutuyorsun. Elimi çekmen gerektiğini düşünüyorsun. Ama yapamıyorsun.
Elin elimi tutuyor yanağında. Çekiyorum elimi ama elini tutmaya devam ediyorum. Ve uzanıyorum sana doğru.
Artık her şey önemsiz. Burada, tam şu anda zaman duruyor.
Artık biliyorum.
Artık hayat yaşanabilir diye düşünüyorum.
Metronun önünde dudaklarım dudaklarına yaklaşırken uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hissediyorum. Huzuru hissediyorum.
Belki 3 belki 4 saniye sürüyor dudaklarımın dudaklarına dokunması. Ama o 3 saniyede ben bir ömrü yaşıyorum.
Ve tam dokunduğu zaman dudakların dudaklarıma "Dur! "  diyorsun, insanlar var. "Bize ne ki?" insanlardan diyorum. "Olmaz" diyorsun. Tutuyorsun elimi çekip çıkarıyorsun beni.
Tutuyorsun ellerimden ve eski sıkıcı hayatımdan kurtarıyorsun beni.
Tutuyorsun ellerimden ve huzura götürüyorsun beni.
Tutup ellerimi kurtarıyorsun beni amaçsızca yaşadığım yıllarımdan.
Öyle bir tutuyorsun ki ellerimden ben bile inanıyorum her şeyin geride kaldığına.
Ve gidiyoruz birlikte.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Verilmesi Gereken Kararlar

Normal bir yazı giriş, gelişme, sonuç bölümünden oluşur ya hani, ben hiç o şekilde yazamadım.
Vermem gereken kararlar var her zamanki gibi.
Geleceğimle ilgili...
Geleceğin gelecek olmasından bu kadar korkarken nasıl bu kararları alabilirim ki?
Bazı insanlar 22 yaşında olduğumu söylüyor.
İnanmakta zorluk çekiyorum.
Çocuğum ben daha.
Büyümedim ki.
Yeni bir hayata başlamak için elimde güzel bir fırsat var aslında.
Tanıdığım insanları geride bırakıp gidebileceğim bir yol var.
Hep böyle bir fırsat isterdim.
Ama niyeyse karşıma çıktığında tereddüt ediyorum.
O kararı vermek zor, gerçekten zor.
Bazı şeylere sıfırdan başlamak kolay, ama diğer bazı şeyleri arkada bırakmak zor.
İnsanları arkada bırakmak zor.
Yeni insanlar tanımak da zor benim için.
Çekip gitmek de zor.
Her şey zor.
Meslek seçmek en zoru ama.
Benim için en azından.
Çünkü bir mesleği seçmiş olmak büyümüş olmak demek.
Ben büyümedim ki.
Büyümek korkutucu.
Meslek seçmek de öyle.
İkisi hemen hemen aynı şey şu anda zaten benim için.
22 yaşındayım.
Neden yaşımın olgunluğunda değilim?
Neden sorumluluk sahibi değilim?
Neden olamıyorum?
Ve neden hayat bu kadar zor?
Neyse her şeyin hayırlısı tabi.

5 Ağustos 2014 Salı

Aynı Bok Farklı Gün

Facebook'ta biri yazmıştı: Gerçi hep aynı şeyler ama "farklı cümleler." Neyse...
Tam olarak durumumu anlatan bir cümle olmuş.
Bir de "Esaretin Bedeli"nde vardı benzer bir şey: Aynı bok, farklı gün.
Yani söyleyecek yeni bir şeyim yok.
Hep aynı şeyler.
Aynı mutsuzluk.
Aynı acı.
Çok derinden hem de.
Yaşıyorum.
Ama neden yaşıyorum ben de bilmiyorum.
Belki umut. Biraz. Çok az. Çok azdan çok daha az hatta.
Herkesle sorunlar. Her şeyle sorunlar.
Şanssızlık.
Acı.
Derinde hep olan bir acı.
Her yüksek bir yerde durduğumda içimden gelen atlama hissi.
Ve nefret.
Hayata karşı...
Etrafımdaki insanlara karşı...
Gördüğüm mutlu insanlara karşı...
Birlikte uyuyan insanlara karşı...
Benim hayalimi yaşayan bir çifte karşı...
Bir sahilde oturmuş martıları besleyen bir çocuğa karşı...
Aileme karşı...
Ailemin hep onlar gibi olmamı ima ettiği abimlere karşı...
Ama en çok da kendime karşı...
Cesareti olmayan kendime karşı...
Karşı koyamayan kendime karşı...
Konuşmayı bile beceremeyen kendime karşı...
Ve umut. Çok az. Çok azdan çok daha az...
Günün birinde güzel bir gün geçirme umudu...
Az da olsa, çok az da olsa mutlu olma umudu...
Ve hayat.
Her seferinde daha sert vuran hayat...
Her kalkmaya çalıştığımda "Hayır!" diyen hayat...
Herkese gülen, bana kızan hayat...
Her savaştığımda beni yere seren hayat...
Ve bir başka filmden bir cümle: Hayat seni yere serdiğinde ayağa kalkığ kalkmamak senin seçimindir.
Belli ki benim için söylenmemiş.

20 Temmuz 2014 Pazar

Günaydın

Günaydın.
Yazıya başladığımda daha doğrusu yazı yazmaya karar verdiğimde sabahtı hala.
Bazı insanlar mutlu olmasın diye var hayat galiba.
Çok güzel 1 hafta geçirdim.
Ve hayat "Dur!" dedi. Sen mutlu olamazsın.
Bilemiyorum bazen düşünüyorum acaba hak etmiyor muyum ben mutlu olmayı diye.
Ama mutluluk hak etmekle olsaydı eğer ben daha mutsuz olması gereken düzinelerce tanıdığım var.
Bilemiyorum işte.
Bir an için inanmıştım aslında mutlu olabileceğime.
Belki demiştim, bu sefer demiştim, bu sefer mutlu olabilirim demiştim.
Belki benim zamanım gelmiştir artık demiştim.
Ve hayat belki de o kadar adaletsiz değildir demiştim.
Olmadı, tabii ki olmadı.
Hayır ne zaman oldu ki zaten?
Hayatım mutsuzlukla mutlu olacağımı sanmak arasında geçiyor hep.
Çok nadiren de olsa mutlu olduğumu sandığım zamanlar da oluyor tabii.
Her neyse şimdilik bu kadar benden.
Uzun zamandır yazmıyordum.
Umarım bu kadar uzun sürmez sonraki yazımın gelmesi.
Görüşürüz.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Bazen, Biraz, Belki.

Sen biraz son sigarayı içmek gibiydin, ya da ağlayarak sevişmek. Biraz keyifli, daha çok hüzünlü.
Sen biraz benim gibiydin. Biraz umutlu, daha çok kırılmış.
Bazen biraz küçük bir kedi yavrusu gibiydin, yardıma muhtaç.
Bazen de bir aslan kadar cesur ve acımasız.
Bir şarkı gibiydin bazen. Biraz keyif veren, daha çok acıtan.
Ve biz aynıydık aslında. Bazen biraz mutlu, ama hep daha çok yalnız.
Bazen bir şarkıda bulurdum seni. Bazense okuduğum bir kitapta...
Bazen bir sahil kenarında bulurdum seni. Bazen de bu kalabalık şehrin ara sokaklarında birinde...
Bazen bulamazdım seni. Sense bulmak için hiç uğraşmazdın.
Bazen de aramadan bulurdum. Hiç uğraşmadan, bir anda kafamın içinde ortaya çıkardın.
Acaba beni mi düşünüyor derdim. Sonra da düşünse ulaşırdı zaten derdim.
Bazen yan yana olurduk biz ama hiç birlikte olmadık.
Biz olmadık hiç.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Kısa Bir Aşk Hikayesi

Çok uzun zamandır yalnızım ben.
Çok uzun zaman önce sevmiştim en son.
Bir mayıs pazarında hoşlanmaya başlamıştım ondan.
İlk defa o gün yağmur yağmamıştı buluştuğumuzda.
Tanıştığımızdan beri ilk defa o gün güneş vardı gökyüzünde.
İlk defa o gün tutmuştum ellerini.
Ve ilk defa o gün şarkı söylemiştik birlikte.
Ve gün deniz kenarında, akşam rüzgarıyla, gözlerine baktığımda uzun zamandır ilk defa hissetmiştim umudu.
Ve ilk defa o gün gözlerinin içine bakarken kalan her şey önemsizdi.
Bütün günü birlikte geçirmiştik.
Ve bütün akşamı.
Yine de ayrılmak zor gelmişti.
İlk defa birinin yanındayken söyleyecek bir şey bulmakta zorlanmamıştım ben.
Kısacası güzel bir bahar akşamında ilk defa aşık olmuştum.
Ve çok değil, bir buçuk, sadece bir buçuk ay sonra gerçekle yüzleştim.
Her güzel şeyin bir sonu varmış.
İşin ilginç yanı ayrılırken bile kavga etmedik.
Aramızda en ufak bir tartışma bile olmadı.
Bana Bağdat Caddesi'ni o sevdirmişti.
Hala orası onsuz eksik geliyor.
Artık aşık değilim ona ama o olmadan Bağdat Caddesi'ni de o kadar sevemiyorum.

4 Mayıs 2014 Pazar

Aslında Sadece Sevilmeyi İstiyorum

Ve bir sabah uyandığımda görmek istiyorum yüzünü.
Ve bir sabah uyandığımda duyduğum ilk ses sesin olsun istiyorum.
Ve bir gece uyurken sarıl istiyorum bana.
Ve bir gece uyurken güvende hissetmek istiyorum seninle.
Ve her Cem Adrian şarkısında seni düşünürken istiyorum ki sen de beni düşünüyor ol.
Ve bir gün mutlu olmak istiyorum.
Ve bir sabaha uyandığımda bir amacım olsun istiyorum.
Ve bağıralım istiyorum mutluyuz diye.
Haykıralım istiyorum dünyaya birlikteyiz diye.
Ve güzel bir sahil kenarında günbatımını izleyelim birlikte.
Ya da bir plajda birlikte sabahlayalım.
Ve birlikte üşüyelim sabaha karşı esen rüzgarda.
Ve eski, mutlu olduğum günleri istiyorum, bir de seni.
Aslında sadece sevilmeyi istiyorum.

22 Nisan 2014 Salı

Anlananlar, Kaybedilenler, Unutulanlar...

İçkiye başladığım gün, içimdeki dindar öldü. Sigaraya başladığım gün ise kendimi sevmekten vazgeçtim. Babam bana güvenmediğini söylediğinde güvenini boşa çıkarmamam gereken kimsenin olmadığını anladım.
Eşcinsel olduğumu farkettiğimde kendime olan saygımı kaybettim. Bunun kötü bir şey olmadığını anladığımda geri kazanamadım ama. İlk kez biriyle ilişkiye girdiğimde ahlak anlayışımı kaybettim.
Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdiğimi ve aslında kimseye tam olarak doğruyu söylemediğimi farkettiğimde saflığımı kaybettim.
İnsanların çalışmam gerektiğini söylemelerine rağmen çalışmadan hep başarılı olduğumda kendi bildiğimi yapmam gerektiğini anladım. Sonra kendi bildiğimin ne olduğunu unuttum.
Benden hoşlanan insanlardan aynı şekilde hoşlanamadığım zaman aşkın ne kadar zor olduğunu farkettim. Sonra görür görmez hoşlanmaya başladığım biri çıkınca karşıma aslında aynı zamanda ne kadar kolay olduğunu da...
İlk kez sarhoş olduğumda mutluluğun ne kadar kolay olduğunu anladım. Aynı gecenin sabahındaysa bir adım sonrasında hep mutsuzluğun olduğunu...
İlk kez sevdiğim, gerçekten sevdiğim biriyle öpüştüğümde insanların neden öpüştüğünü anladım.
İlk kez birini sevdiğimde insanların neden birilerinin gitmemesini istediğini anladım.
Ben çok şey anladım, çok şey farkettim, ama sonrasında hep unuttum.
Sevgilim olduğunda yalnızlığı unuttum.
Yalnız olduğumda sevgilimin olmasının nasıl bir his olduğunu unuttum.
İnsanlar beni sevdiğinde umursanmıyor olmayı unuttum.
Bir hafta evden çıkmadığım halde kimsen aramadığında insanların beni sevdiği zamanı unuttum.
Konuşkan olduğum zamanlarda önceden nasıl sus pus oturduğumu unuttum.
Sustuğumdaysa konuşmayı unuttum.
Gülmeye başladığımda ağlamayı unuttum.
Ağladığımdaysa gözyaşlarının sadece hüzünden akmadığını unuttum.
Dedim ya hep unuttum. Hep kaybettim ben.

12 Nisan 2014 Cumartesi

Sorular... Sorular...

Aşk nedir?
Bir insan ne zaman sever?
Kimi sever?
Niye sever?
Ya da niye üzülürüz?
Neye üzülürüz?
Üzülmek neden var?
Peki ya duygular... Onlar neden varlar?
Mutluluk, hüzün, heyecan...
Bunlar olmadan insan yaşayamaz mı?
Ya da insan niye  yaşar?
Ne zaman mutlu olur?
Neye üzülür?
Niye heyecanlanır?
Hiçbir şeyi değiştirmeyecek amaçları için insanlar neden bu kadar uğraşır?
Öldükten sonra yaptıklarının hiçbir anlamı kalmayacağını bile bile hem de...

8 Nisan 2014 Salı

Bir Çocuğun Katili

Öyle üzgündü ki çocuk... Ölmek istiyordu, sadece dinsin diye acısı. Acı hep vardı aslında. Önceden nereden geldiğini bilmiyordu acının. Bu sefer, bu sefer biliyordu.
Bir süre intihar etmeyi düşündü. Korkuyordu ama. Az olan inancı, hala hayatta tutuyordu onu. Her şeye olan az bir şey inancı.
Hayatı boktan bir sürü şey ile doluydu. Her tutunmaya çalıştığı dal kırılmıştı.
Düşüyordu, çocuk. Her tutunduğunu sandığında, bir şeylerin düzeleceğini sandığı her seferinde daha hızlı düşmeye başlamıştı.
Ve her dibe vurduğunu sandığında, hayat daha sert vurmuştu ona. İntihar etmek istiyordu.
Ama inanç... Hala bir şeyleri düzeltebileceğine olan inancı... Hala bir yerlerde saklı olduğunu düşündüğü ve her an açılabileceğine inandığı paraşüt vaz geçiriyordu onu. Hala küçük, ufacık bir mutlulukta bile hayatının düzelebileceğine olan inancı...
Ve aşk... Aşık olduğunu sandığı her seferinde, "Bu sefer olacak." demesi...
Bir sigara daha yaktı çocuk. Ve ağlamaya devam etti. Sigarası bitti. Ağlamaya devam etti.
Ve çocuğun ağzında tek bir kelime tekrar tekrar yankı buluyordu: "Hayır."
Gözlerindeki yaşların, yerde yatan bedeninin izin verdiği tek kelime: "Hayır."
Soğuk olduğunu düşündü yerin. Ama kalkamadı. İzin vermedi, hayat.
"Hayır." diyen çocuk değildi aslında. Hayat "Hayır." diyordu, kalkma. "Bu sefer kalkmayacaksın."
Ve ağlayarak uyuyakaldı çocuk. Uyudu, uyandı, sonra tekrar uyudu. Günler geçti. Sonra aylar. Yıllar geçti sonra. Çocuk büyüdü. Hayır çocuk büyümedi. Sadece bu boktan hayatta daha uzun süre yaşamış oldu. Ama çocuk büyümedi. Kimse bilmiyordu o gün, o çocuğun yerde yatarken neler yaşadığını.
 Hep bekledi çocuk. Yıllarca bekledi boktan hayatının düzeleceği günü. Tanrı biliyor ya, eğer varsa tabii, büyümek de istedi.
Yaşamak istedi, çocuk. Tek istediği hissetmekti, mutluluğu. Gerçek mutluluğu bir süreliğine de olsa.
Ama olmadı. Dedim ya, yıllar geçti, çocuk yaşlandı. Hatta öldü. Öldüğünü bile kimse farketmedi. Kimse hiçbir şeyi farketmemişti zaten onunla ilgili.

21 Mart 2014 Cuma

Aradaki Mesafe

İçimde her gün ölen umutlar var.
Selam gençler diyerek başlayayım bari.
Bugün Ygs'ye gireceğim okula bakmaya gittim. Okulu bulduktan sonra da bir dolaşayım diyerekten gezdim Çeliktepe'de biraz. Biraz yürüdükten sonra bir yola çıktım. Hani o hor gördüğümüz, hiçbirimizin yaşamak istemediği fakir, gecekondu hayatının ne kadar yakınımızda olduğunu farkettim.
Yolun bir tarafında büyük plazalar, iş merkezleri, gökdelenler, alışveriş merkezleri, diğer tarafında ise boyaları bile yapılmamış gece kondular...
Ölçtüğün zaman bir kaç metre var sadece, arada.
Ortak noktaları da çok iki tarafın.
Mesela iki tarafta da yaşayanlar sonraki gün ne giyeceğini düşünüyor. Bir taraftakiler dolabın içinde kaybolurken, diğer taraftakiler hangi kıyafetimde daha az yama var diye düşünüyor.
İki taraftakiler de şarap içiyor mesela. Bir tarafta zevk meselesiyken, diğer tarafta aile faciasına dönüşebiliyor.
İki taraftakiler de gelecek için plan yapıyor. Biri tatile nereye gideceğini düşünürken, diğeri ay sonunu nasıl getireceğinin planını yapıyor.
Aradaki mesafe sadece bir kaç metre.
Ama öyle bir duvar var ki arada. Görüyorlar, dibindeler ama ellerini uzatıp alamıyorlar.
O görünmeyen duvar o kadar yüksek ki, kendilerini öyle bir koruyorlar ki, biri elini uzatıp küçücük, ufacık bir şey bile almaya bile çalışsa, o kadar sert vuruyorlar ki, kalkamıyor bir daha.
Öyle bir sınır çizmişler ki, hepimiz aynı hayattaymışız gibi görünüyor ama onlar farklı bir dünyada yaşıyorlar.
Neyse işte bu da beni hayat hakkında düşünmeye itti, aslında çoğu şey beni hayat hakkında düşündürüyor.
Ne düşünsem ne hayal etsem, hep bir "Neden?" sorusu çıkıyor karşıma. Gelecek hakkında ne düşünsem, ne istesem bir "Neden?" var sonunda.
Ve verecek hiçbir cevabım yok.
İstediğim hiçbir şey yok.
Yaşıyorum. Biyolojik olarak yaşıyorum ama yaşamıyorum.
Yaşamak bir amaç sahibi olmak demek ve benim yok.
Cem Adrian dinliyorum üzülüyorum ama aşık olduğum biri bile yok.
Yaşamak hissetmek demek ama ben hissetmiyorum.
İstediğim hiçbir şey yok demiştim ama var.
Hissetmek istiyorum, bir amaç istiyorum.
Olmuyor.
Sanki bazılarımızın bu dünyada yeri yokmuş gibi.
Ortada kalmışız ya da yanlışlıkla olmuşuz gibi.
Yaşamak için değil de sadece nefes alıp ömrümüzü doldurmak için gelmişiz gibi.
Bir yerlerde bir hata olmuş da biz ortaya çıkmışız gibi.
Aynaya bakıyorum ve boşa gitmiş birini görüyorum.
Eğer istersem, yapabilirmişim ama sanki istek mekanizmasını bana koymayı unutmuşlar gibi.
İstemeyi istiyorum, ama "Neden?"
Ne olmak istiyorum? Ne yapmak istiyorum? 10 sene sonra kendimi nerede görüyorum?
Hiçbirinin cevabı yok bende.
Bir programdaki araya karışmış ve hiçbir gereği olmayan kodlardan biri gibiyim.
Amacımı arıyorum ama sanırım öyle bir şey yok.
Neyse işte ben yazıların sonunu bağlayamıyorum bir türlü.
O yüzden böyle ortada bırakıp gidicem.

9 Mart 2014 Pazar

İçimde Kalanlar

Hepimizin içinde kalan, söylemek isteyip de söyleyemediği şeyler var. Benim de var. Hem de çok. Bazı insanlara ne kadar yakışıklı olduğunu söylemek istiyorum mesela. Bazılarına ne kadar masum olduklarını. Bazen birine ondan hoşlandığımı. Bazen de nefret ettiğimi. Neden söyleyemediğimi bilmiyorum bunları. O kadar zor olmamalı diye düşünüyorum ama çıkmıyor kelimeler işte ağzımdan.
Ama en çok aileme eşcinsel olduğumu söylemek istiyorum. Özellikle onlara kızgın olduğumda. Cezalandırmak için. Tartıştığımızda yüzlerine vurmak istiyorum. Yüzlerine vurmak istiyorum. Ben eşcinselim ve eğer sorun varsa bende bu sizin suçunuz demek istiyorum.
Bu da beni başka bir şeyi düşünmeye itiyor. Sevgi. Bazen seviyorum insanları gerçekten. Ama bugün değil. Mesela insanları sevdiğim zamanlarda en çok annemi seviyorum ama bugün en çok ailemden nefret ediyorum. Bugün kimseyi sevmiyorum. Bugün ailemden daha çok nefret ettiğim tek bir şey var. Kendim.
Kendimden o kadar çok nefret ediyorum ki, kaçmak istiyorum. Kendimden bile... Henüz nasıl yapacağımı bulamadım. O yüzden uyuyacağım ve yarın tekrar insanları sevebilmeyi umacağım.
Görüşürüz.
Ya da görüşmeyiz.
Umrumda değil.
Sanırım.

5 Mart 2014 Çarşamba

06.03.2014

Böyle yakışıklı olmak da zor aslında. Yok lan kendim için söylemiyorum. Kendimi yakışıklı da bulmuyorum zaten. Ama düşünsene yakışıklısın, çok yakışıklısın. Herkes beğeniyor seni. Ama herkes havalı sanıyor falan. Ne bileyim garip işte. Korktuğu için yazmıyor sana insanlar mesela. Çekindikleri için konuşamıyorlar. Garip.
Bazen gitmek istiyorum. Otogara gidip rastgele bir şehir seçip, gitmek istiyorum. Gitmek kolay diyor insanlar. Hayır, gitmek en zoru. Gitmek için her şeyi arkanda bırakacak kadar güçlü olman gerek. Oysa kalmak için tek bir sebep yeter. Savaşmak zor derler. Hayır. Savaşmak için sonunda kazanacağın tek bir şeyin olması yeter. Kaçmak en kolayı derler. Hayır kaçmak için arkanda bırakacak hiçbir şeyin kalmaması gerek. Kaçmak için savaşmaktan daha çok cesaret gerekir. Kaçmak kolay gelir dışarıdan bakana. Çoğu insan zor olanı seçtikleri için kaldıklarına inanır. Oysa hepsi korkar kaçmaktan.
Ben kaçmak istedim. Her şeyden çok istedim. Ama malesef cesur biri değilim. Bir de nerede değilsen orada iyi olacağını düşünürsün derler. Ben herhangi bir yerde iyi olabilecekmişim gibi gelmiyor bana. Bu ben her yerdeyim demek mi oluyor?
Bir filmde hayat nefes aldığımız anların değil nefesimizin kesildiği anlardan oluşur derlerdi. O zaman ben hiç yaşamdım sanırım.
Bazen biri geliyor ve yeni tanıştık ama sana güvenebileceğimi hissediyorum diyor. Ne kadar saçma! Kim bana güvenir ki ben bile güvenmiyorken? Hem neden böyle bir şey söyler ki bir insan?
Bazen bir şarkı çalıyor. Birini düşünmek istiyorum o şarkıda. Aşık olmak istiyorum birine. Aklıma kimse gelmiyor.
Birinden hoşlandığım zamanlar oluyor. Birini sevdiğimi sanıyorum bazen. Sonra anlıyorum ki aslında sevmeyi bile beceremiyorum. Olmuyor. Soğuyorum. Konuşmak istemiyorum, bir gün sadece bir gün önce günlerce konuşmak istediğim o insanla. Beceremiyorum yani sevmeyi, ya da hak etmiyorum. Bilmiyorum.
Daha önce de dediğim gibi hiçbir şey bilmiyorum zaten.

3 Mart 2014 Pazartesi

Cem Adrian

Böyle garip bir sesi var Cem Adrian'ın. İçine işliyor, derine. Çok derine. Fazla derine. İçinde tuttuğun, sakladığın, hatırlama istemediğin, hissetmek istemediğin ne varsa çıkarıyor ortaya. Aslında ne kadar savunmasız, aslında ne kadar güçsüz olduğunu söylemiyor sadece, yüzüne çarpıyor, sert bir tokat gibi.
Alıyor, bütün o cana yakınlığını, mutluluğunuz. Sahte de olsa alıyor, gülümsemeni. İçinde hissettiğin ne kadar acı varsa çıkıyor. Tutamıyorsun, taşıyor. Gözlerin doluyor. Ağlıyorsun. Bazen o kadar derine giriyor ki sen bilmiyorsun, niye üzüldüğünü.
O şarkıyı açmadan önce ne kadar mutlu olduğunun, ne kadar güçlü hissetiğinin önemi yok. Bir an önce ne olduğunun hiçbir önemi yok. Başardıkların önemsiz. Seni seven insanlar o ses geldiği anda yok oluyor. Hiçbir şey kalmıyor, acı ve yalnızlıktan başka.
Ve o şarkıyı açtıktan sonra artık irade yok. Kim olduğunun, iradeni kullanarak nelerden vazgeçtiğinin önemi yok. Kapatamıyorsun.
O sesi duyduğunda oyun bitiyor. Sahte gülümsemeler kayboluyor. Güçlü görüntün gidiyor. Geriye içindeki güçsüz, mutsuz ve yalnız o küçük çocuk kalıyor.
"Çocuk" deyişi de ondan belki de. Biliyor, o çocuğu. Biliyor.

21 Şubat 2014 Cuma

Büyüdüm

Büyüdüm. Artık "Naber?" yerine "Nasılsın?" diyorum, mesela. Ve insanlar hiç iyi değiller. Kimse "İyiyim." demiyor. Artık yalan söylemekten de bıkmışlar, galiba. Ve herkes sıkılmış bir şeylerden. Bir yerlerden. Birilerinden. Ve aslında herkes kimsesiz. Sıkıldığımız insanlar bizimle değil, aslında. Sıkıldığımız şeyler, bize ait değil. Ve sıkıldığımız yerlere ait değiliz. Hep bir şeylerden şikayetçiyiz. Ama aslında şikayet ettiğimiz şeyler sadece yanılsamalar. Yaşadığımız şeyler, hissettiğimizi sandığımız duygular da öyle. Çok sevdiğim Freddie Highmore'un bir filmde de dediği gibi: Yalnız yaşar, yalnız ölürüz. Geri kalan her şey sadece bir yanılsama.
Dostluklar, sevgililer, sahip olunan para, güç, her şey. Sadece anlık yanılsamalar. Kısacası hayat boktan.

15 Şubat 2014 Cumartesi

16.02.2014

İki hafta sonra buradayım yine. Ve yine yazıma sevgili günlük diye başlıyorum. Ne yazsam bilemedim şimdi bak. Bu arada sözde soru cümlesi kullandım. Çok seviyorum sözde soru cümlelerini. Böyle soru kalıbı her şeyi falan var ama sonuna yine nokta konuyor. Farklı yani. Ve hayır, sarhoş değilim. Bir de virgül çok hoş bence. Kimse nereye koyacağını bilemiyor.
Biraz da müzik mi konuşsak? Bu yeni İşbankası reklamlarında M.F.Ö.'nün Mecburen şarkısını kullanmışlar. Reklamı gördüğümden beri şarkıyı dinliyorum. Çok hoş şarkı değil mi? Alın buradan dinleyin.
Youtube linki vermişken, Youtube'da çıkan reklamları eleştirmeden olmaz tabi. Abi o nasıl bir şeydir ya, uzun videoların arasında televizyondan fazla reklam veriyorlar. Hayır koskoca Google iki tane videodan alacağı reklam gelirine mi kaldı? Olay bu mudur?
Pekala, size bir soru sorayım o zaman. Kaç tane heteroseksüel erkek, evde tek başına oturup Aşk Tesadüfleri Sever izler ki? Böyle romantik heteroseksüel erkek var mıdır?
Bence de yoktur. Ama aksini ispat eden bir tanıdığım var. Çocuk oturmuş, tek başına hem de, Aşk Tesadüfleri Sever izlemiş. Sen nasıl heteroseksüelsin demedim tabi.
Bazen sıkılmıyor değilim, bu hayattan. Geçen gün arkadaşla konuşuyoruz. Konuşma yerimiz de garip zaten. Dönerciden çıktık, arabada sigara içemediğimiz için arabanın yanında sigara içiyoruz. Arkadaş "Eşcinselliğini neden saklıyorsun ki, saklama." gibi bir şeyler söyledi. Ben de "Oğlum, zaten ailem dışında pek bilmeyen kalmadı ki." dedim. O da "Bak." dedi. Sigarasından bir nefes çekti ve sigarasını attı. Ne yazdım ama, roman gibi. Neyse işte "Bak, en küçüğünden başla." dedi. "Önce sigarayı söyle, sonra içkiyi, sonra sık sık içtiğini, en son da eşcinsel olduğunu." Sonra da "Ama valizini falan toplayıp kapıya gel bunları söylemeden önce." dedi.
Eğer yeterince sıkılırsam bu hayattan, yapmayı düşünüyorum.
Ben en çok basketbolu severim ama. Bu konuşmanın geçtiği gün, maç yaptık arkadaşlarla. 1 saat kiraladığımız sahada 2 saat oynadık. 5 aydır basketbol oynamadığım için ben, ondan sonraki iki gün inleye inleye gezdim. Sadece evin içinde gezmiş olmama rağmen hem de. Bir insan klozete otururken eliyle destek almak zorunda kalır mı ya?
Neyse söyleyeceklerim bu kadar. Görüşürüz. Umarım.

2 Şubat 2014 Pazar

Suçu Başkasına Atmak

Suçu başkasına atmak kolaydır her zaman. Ben İstanbul'a atarım suçu. "Siktiğimin şehri" derim. "Gelmeseydim bunlar olmazdı." derim. Oysa suçlu benim aslında. Hep bendim.
Bazen de abimlere atarım suçu. Onlar böyle olmasalardı, belki ben mutlu olurdum. Onlar böyle başarılı olmasalardı, annem onlarla bu kadar gurur duymasaydı, belki beni daha çok severlerdi. Onlar bu kadar mutlu olmasalardı, ailemin istediği gibi yaşamasalardı, belki ailemin benim yaşamımı kabullenmeleri daha kolay olurdu. Belki o zaman anneme karşı daha açık olurdum, anlatırdım her şeyimi. Onlar olmasaydı, babam bana güvenirdi belki. Ama suçlu benim, her zaman olduğu gibi.
Başarısız hissetmek, çok garip. Herkes senin başardığını düşündüğünde, ailen hariç herkes, çok acı verici. Babam dövmedi hiç beni, bağırmadı bile. Ama bazen öyle bir söz söylerdi ki, keşke dövseydi derdim. O zaman bu kadar acımazdı. O zaman bana bu kadar zarar veremezdi bana.
Zeki adam babam. Abimler de öyleler. İyi üniversitelerden mezunlar. İyi işlerde çalışıyorlar. Peki ben... Ben sadece başarısızlığım. İnsanlar umursamadığımı söyler hep. "Annem biraz uğraşsan yaparsın." diyor. Ben umursamak istiyorum. Ben biraz uğraşmak istiyorum. Ama olmuyor, ne kadar istersem, ne yaparsam olmuyor. Gidemiyorum o siktiğimin okuluna. Biraz olsun uğraşamıyorum. Olmuyor işte. Ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ama çoktan yaptım onu, doğduğumda. Sadece onlar daha bunu bilmiyorlar.
Kaçmak istiyorum ben. Arkama bile bakmadan. "Kaçmak kolaydır." der insanlar. Oysa benim için en zoru kaçmak. Her şeyi, herkesi bırakmak arkamda, kaçmak. Gitmek, bir şehrin ismini bile bilmediğim bir ilçesine. Orada baştan başlamak. Ama en zoru işte benim için. Sebebini bilmiyorum. Ama yapamıyorum. Kalıp savaşamıyorum da. Duruyorum ben. İnsanların hayatlarından geçiyorum. Ama bir türlü kendi hayatımdan geçemiyorum.
Duruyorum ben. Bekliyorum. Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Ağlayarak bekliyorum.
Sonunu düşünmek bazı şeylerin, çok zor. Kafamın içinde o kadar düşünce varken, yaptıklarımı düşünmek, çok zor. Suçu başka birine ya da başka bir şeye atmak kolaydır. Ben suçu hep kendime atıyorum aslında. Ama içimdeki başka bir kendime. Suçlu sanki içimdeki başka bir kişilik. Sanki ben masumum. Ama değilim. Hiç olmadım ki.

27 Ocak 2014 Pazartesi

28.01.2014

Bundan sonra "Sevgili günlük" diye başlayacağım yazılarıma. Günlük yazıyor sayılırım zaten. Okuyanım da az olduğu için özel bile sayılabilir. Ayrıca hep içimde kaldı benim "Sevgili günlük" demek. Düşünsenize sonuçta bir "sevgili" geçiyor içinde. Kimseye "sevgili" ya da "sevgilim" demediğim için burada yazmak istiyorum. "Bak yine yalnızlığa girdi." demeyin hemen. Bu sefer yalnızlık yok. Bu sefer acı da yok. Komik şeyler yazacağım ben de. Çok kıskanıyorum bazı blogları. Böyle güzel güzel, eğlenceli şeyler yazıyorlar. "Ben de yazacağım." dedim ve başlıyorum.
Bugün yaşadıklarımızı anlatabilirim mesela ya da yaşadıklarımı.
Evde mal mal otururken arkadaşım aradı bugün pazartesi, çılgınlık yapıp sanki her pazartesi yapmıyormuşuz gibi sinemaya gitmeyi teklif etti.
Ve sonunda "Daha ne ters gidebilir ki?" dediğim olaylar silsilesi başlamış oldu.
Önce fatura yatırma merkezine gidip, içeri girip "İki tane fatura yatıracağım." dedim. Ve aldığım cevap "100 tl'nin üstündeyse alamam." oldu. Dedim o zaman bari birini yatırayım. Adam aldı faturayı, abone numarasını girdi ve dedi ki "Banka cevap vermiyor. Alamayacağım." İçimden "Alacağın başka bir şey var bende." desem de, "Tamam, yarın uğrarım." deyip, boynu bükük çıktım.
Ve bir şekilde Trump Towers'a vardım. Sinemadaki adam hatırladı bizi. Artık beğendi mi, yoksa her hafta gittiğimiz için mi bilemiyorum. Bir de espri yaptı iki haftadı çizgi-filme geliyorsunuz, diye. Tabi ikinci şoku burada yaşadım. Gnçtrkcll kampanyası bitmiş. Tabii o an idrak edemeyip yine de biletleri aldık. Sonradan "Ne yaptık biz?" moduna girince. Bir de gidip biletleri iade ettik. Kazandığım 3 kuruşluk worldpuanım gitti, ben en çok ona yandım. Tabii iade almak için de 1 saat konuşmamız gerektiğini söylemiyorum bile.
Bir çılgınlık daha yapıp "Cevahir'e bakalım orada vardır belki." dediler. Oraya da gittik hem de bu karda kışta kıyamette. Tabii ben gitmeden itiraz ettim ikisi de aynı sinema birinde bittiyse diğerinde niye olsun diye ama. Tabii ki yoktu.
Buraya kadar gelmişken yemek yemeden olmazdı. Bir de yemek yedik. Sonra onlar pes etmeyip Vodafone kampayasından yararlanmak için Demirören'e giderlerken, ben de evime dönüp bir güzel dizi izledim.
Böyle saçma bir gün yaşadık işte. Kimlerle gittiğimi merak mı ediyorsunuz? Tabi ki etmiyorsunuz ama söyleyeyim: M'Franz Ferdinand Freyja ve Davin Juan Freyja.
"Sevgili günlük"le başladım. Onunla bitireyim bari.
Evet sevgili günlük, bugün de böyle saçma bir şekilde harcanıp gitti. Bir sonraki saçma günümde görüşmek dileğiyle.

26 Ocak 2014 Pazar

27.01.2013

Küçükken hep dışlanırdım ben. 5 kişiyle 6 kişiyle falan kavga ederdim hatta bazen. Ağlayarak dönerdim eve. Sonra okula başladım. Orada da dışlandım. O kıskançlıktandı sanırım. Hiç ödev yapmadan en yüksek notu alan kişiyi kim sever ki?
İnsanlar, yakından tanımayanlar, hiç inanmadı nedense ders çalışmadığıma. Sanırım imkansız geliyordu onlara. Sonra 7. sınıfta okul değiştirip özel okula geçtim. İlk defa okulda sevilen biri oldum hatta.
Sonra da lise var işte. 4 sene boyunca sanırım 5 rehberlik hocası değişti. Emin değilim. Ama hepsinin ilk görüştüğü kişinin ben olduğunu biliyorum. Tabi müdür yardımcıları da aynı şekilde hep çağırırlardı beni. Sanırım o zamandan belliydi, ne kadar amaçsız biri olduğum. Zekiydim, çalışmama da gerek yoktu. Sanırım kendim de dahil herkesin gözünde zekasını harcayan biriyim.
Ne anlatıyorum ben ya? Niye anlatıyorum? Kim okuyor ki zaten?
Neyse işte bir şeylerde iyi olmak konusunda pek sıkıntım olmadı benim. Birileriyle iyi anlaşmak konusunda çok sıkıntım oldu ama. Çok tartıştım, çok insan kaybettim. İnsanlar geldiler, gittiler. Arkadaşlarım oldu. İnsanlar nedense iyi biri olduğumu düşünüp konuşmaya başlıyorlar benimle. Onları umursamam gerektiğini düşünüyorlar, sırf benimle konuştukları için. Oysa ben öyle bir şey istemedim ki onlardan.
Aklınızdan geçeni biliyorum: Ne anlatıyor bu çocuk? Aynen, ne anlatıyorum ben? Bilmiyorum. Zaten hiçbir şey bilmiyorum.

19 Ocak 2014 Pazar

20.01.2014

Bir oğlum olsun istiyorum. Ama hep 9-10 yaşlarında kalsın, büyümesin. Ben seveyim onu, birlikte oynayalım. Gece yanıma gelsin korktuğu için. Uyurken hikayeler anlatayım ona. Okula gittiğinde ya da arkadaşlarıyla oynarken dışarıda, gurur duysun benimle. "Benim babam çok güçlü." desin. Eve girdiğimde mutlu olayım onun sayesinde.
Çocuk istemeyen insanlara hep hayret etmişimdir. Böyle tatlı bir şey nasıl istenmez ki? Bu kadar masum bir şeyi insanlar nasıl reddebilir? Buna sahip olma ihtimalimin çok düşük olması, çok kötü.
Her insan, istediği gibi yaşamalı, tabi eğer bedelini ödeyebilecekse. Ben bu bedeli ödeyebileceğimden emin değilim. Zaten nasıl yaşamak istediğimi de bilmiyorum gerçi.
Bir yerde kendim hakkında, "Öğrenci, çevirmen, çizgi-roman hastası, arada yazar, bazen çizer ama hep mutsuz." yazmıştım. Tam olarak buyum aslında, hep mutsuz.
Hayatı istediğim gibi ya da daha çok içimden geldiği gibi yaşamaya çalışıyorum. İstediğim şeyleri yapıyorum, mesela çeviri yapmak gibi, ya da istediğim bölümde okumak gibi. Ama çoğu zaman bunları istediğimden emin değilim.
Her şeyi denemek istiyorum. Mesela oyunculuk yapmak ama aynı zamanda mühendis olmak da istiyorum. Ama her şeyi denemek imkansız. Çünkü bazen aynı anda iki şey olmanız gerekiyor. Resim de çizmek istiyorum ama diğer istediklerimi yaparsam buna vakit kalmaz. Sonuçta imkansızı istiyorum yani.
İnsanlara bir şeyler söylemek istiyorum ama konuşamıyorum. Zaten hiç konuşabilen biri olmadım ben. Hep sustum, herkesin karşısında. 
Aslında hayatımın çoğunda yalan söyledim. Yani insanlar sadece bir kısmımı tanıyor. Her tanıştığım insan, farklı kısmımı tanıyor. Herkesin bilmediği şeyler var hakkımda ve her insanın bilmediği şeyler farklı. Belki bir gün birbirleriyle tanışırlarsa beni tamamlayabilirler.
Yalan söylemekten tabii ki hoşlanmıyorum ama bazen başka bir yol kalmıyor. Varsa da ben bulamıyorum. Zaten hiçbir şeyi bulamıyorum ben. Hiçkimseyi...
Ben dürüst biri değilim. İyi biri, hiç değilim. Ama yine de beni seven en azından sevdiğini düşündüğüm insanlar var. İşte onlar gerçekten iyi insanlar.
Bir de beni sevdiğini söyleyen insanlar var. Sadece gördüğü şeyi seviyor halbuki onlar. Bir fotoğraf görüyorlar. Belki altında iki satır yazı. Oysa ben o değilim ki. Ben bambaşka biriyim. Konuşmaya sohbet etmeye çalışıyorlar. Sonra neden suskunsun geliyor. Sonra hiç konuşmuyorsun sen de. Sadece kendisine öyle davrandığımı sanıyor. "Hoşlanmadın mı benden?" diyor. Oysa bilmiyor ki hoşlanmadığım şey hayatın kendisi.

16 Ocak 2014 Perşembe

Bir Şeyler

-Saat kaç?
+Yedi buçuk. Uyumadın değil mi yine?
-Uyumak zor oluyor, eğer yatağa her girdiğinde gözlerinde yaş gelip, bütün vücudun titremeye başlıyorsa.
+Neden ki?
-Yalnızlık, dersler, hiçbir işe yaramadığını hissetmek, başarısız hissetmek, ama en çok ne istediğini bilememek.
+Ne istediğini bulmak zor mu?
-Zor tabi. Bazen yatağa yatıyorum, hayal kurmaya başlıyorum. Ama hiçbir hayalimde huzur bulamıyorum. Eskiden en çok istediğim şeylerin olduğunu düşünmek bile beni mutlu edemiyor. Yatsam da uyuyamıyorum yani.
+Ne yapıyosun peki?
-Önce titremeye başlıyorum. Sonra ağlıyorum bazen. Ağlarsam uyuyabiliyorum ama bazen ağlamayı bile beceremiyorum. Saatlerce yatakta titreyip, sonra kalkıp sigara yakıyorum. Hep sigara yakıyorum zaten. Ne işe yarıyor onu da bilmiyorum. Zaten ne biliyorum ki?
+Belki de fazla şey bildiğin içindir.
-Belki de bilmekten korktuğum içindir. Evet, korkuyu unuttum. Korku var bir de. Gelecek korkusu. Büyümüş olmanın korkusu. Artık bir şeyler başarman gerektiğini bilmek ve ne yapacağını bilmemenin korkusu.
+Ama başarısız değilsin ki. Hayatta hep başarılı kısımdaydın sen.
-Yine de burada oturmuş olmayan biriyle konuşuyorum. Başarılı olsaydım bu olur muydu? Başarmış olsaydım yalnız olur muydum? Eğer başarmış olsaydım huzurlu olmaz mıydım?
+Başarı ne peki?
-Başarı, insanın bir şeylerde iyi olması değil. Başarmak demek, yapmak istediğin şeyi yapıyor olmak demek. Yaşamak istediğin şekilde yaşıyor olmak. Başka bir değişle huzurlu olmak. Her sabah uyandığında hissetmek başardığını.

14 Ocak 2014 Salı

Düşüncelerim

"Eğer hayat kafamın içindeki bir hayalden ibaretse sadece, o zaman yaşayan kimse benim kadar mazoşist olamaz." demiş biri sanırım. Ya da belki de ben demiştim. Hatırlamıyorum. Farketmez gerçi, ben de birisiyim sonuçta birilerine göre.
Bazen düşünüyorum. Bazen o kadar düşünüyorum ki, düşünmeyi bile düşünebiliyorum. Bazı geceler uyumaz insan. Ya da ben uyumam en azından. Farketmez gerçi, ben de insan sayılabilirim, bazı açılardan.
Uyumadığım gecelerde değil, uyumadığım gecelerin sabahında çok düşünürüm ben. Düşünmeyi de o zaman düşünürüm işte. "Eğer düşünemeseydim bazı şeyleri, yine de bu kadar mutsuz olur muydum?" derim bazen. Farketmez gerçi, düşünüyorum sonuçta, düşünmeyi.
Ya da hayatımı değiştirdiğimi düşünürüm. Aslında hep hayatımı değiştirdiğimi düşünürüm ben. Ya da değiştiğini. Farketmez gerçi, önemli olan değişimi düşünebilmek değil mi?
Bazen de insanları düşünürüm. Gerçek insanları... Hepsi kendi hayatlarının kahramanı. Hepsi kendi filmini çekiyor. Ama hiçbiri kahraman değil. Dünyayı değiştirdiklerini sanıyorlar en ufak başarılarında. Farketmez gerçi, ben de kahraman değilim.
Hollywood gençlik filmlerini de düşünürüm. Oradaki ezik karakterler, filmin sonunda muhakkak, okulun en yakışıklı erkeğiyle ya da en güzel kızıyla çıkarlar. Ben de merak ederim benim filminin sonu ne zaman gelecek diye. Farketmez gerçi, ezik biri sayılmam.
Geleceği hayal ederim bir de ben. Farklı şekillerde de olsa huzurluyumdur hayallerimde. Hayallerimde mutsuz olduğum yerler bile vardır ama huzursuzluk yoktur. Farketmez gerçi, henüz bugünü bile yaşayamıyorken.
İnsanların beni sevdiğini düşünürüm bazen. Hayat çok garip işte, sen onları sevmesen de onlar seni sevsin istiyorsun. Herkes seni el üstünde tutsun istiyorsun. Farketmez gerçi, sonuçta umursayan kimse yok.
Umudu da düşünürüm ben. Halbuki ne kadar uzak bir kelime bana. Ve aynı zamanda nasıl bu kadar yakın? Farketmez gerçi, umutsuzluğa bu şekilde mahkumken.
İnsanlar aynaya baktığında farklı şeyler görürler. Bazısı kendinden utanır, bazısı kendini dünyanın en yakışıklı/güzel insanı zanneder. Ben aynaya baktığımda pek bir şey göremiyorum. Yolunu kaybetmiş bir yolcu gibi arıyorum doğruyu, soruyorum ama cevap alamıyorum. Sanırım ben sadece geçiyorum. Ya da bir türlü geçemiyorum.

12 Ocak 2014 Pazar

Kısa Bir Diyalog #3

-Hiç dünyadan intikam almak istedin mi?
+Evet. Hem de bir çok kez.
-Peki ne yapıyorsun bu duyguyu hissettiğinde?
+İnsanları üzüyorum ya da üzmeye çalışıyorum. Ben mutsuzken insanların mutlu olmasına dayanamıyorum.
-Peki sonra?
+Onları üzdüğüm için daha çok üzülüyorum. Bazen biri çıkıyor karşına. "Bu sefer mutlu olabilirim." diyorsun. Ama bu sefer de o üzüyor seni.
-Yani ya birini üzüyorsun, ya da biri seni üzüyor, öyle mi?
+Her zaman isteyerek olmuyor. Bazen biri sevdiğini söylüyor sana, ama sen sevmiyorsun onu bazen de sen birini seviyorsun o sevmiyor seni. Bazen de sadece mutsuz birine denk geliyorsun ve senin üzerinden hayattan intikam almaya çalışıyor. Seni üzerse mutlu olacağına inanıyor. Hepimiz aynıyız yani aslında.
-Yani hiçbirimiz mutlu değiliz.
+Hayır, bazılarımız mutlu. Mutsuz olanlar olarak hepimiz aynıyız. Aynı şeyleri hissedip, aynı şeyleri yapıyoruz.
-Peki bundan kurtulmak istemiyor musun?
+Herkes bundan kurtulmak ister. Neden, bir yolunu mu biliyorsun?
-Değişir.
+Neye göre?
-Beni sevip, sevmemene göre. Beni seviyor musun?
+Ama sen...
-Biliyorum, ama düşündüm bu konu üzerinde. Ne istediğime karar verdim.
+Ne istiyorsun?
-Yanında olmayı.
+Yani seviyorsun beni.
-Evet, seviyorum.
+Belki de artık ben bile mutlu olabilirim.
-Artık "Belki" yok.
+Doğru, artık yok. Bundan sonra "Biz" varız çünkü.

7 Ocak 2014 Salı

Kısa Bir Diyalog #2

-Biz insanlara ne yaptık ki? Neden nefret ediyorlar bizden?
+Çünkü farklıyız. Onlar gibi değiliz.
-Farklı olmamız neden umurlarında ki?
+İnsanlar böyledir. Onlardan biri değilsen, düşmanlarısındır.
-Bizi kabul etsinler, sevsinler istemiyorum ben. Sadece görmezden gelmek, umursamamak neden bu kadar zor onlar için?
+Çünkü onlar, bilmiyorlar. Kimi seveceğini senin seçmediğini bilmiyorlar.
-Onlar sevmemiş mi hiç?
+Bazıları sevmiştir muhakkak. Onlar da kıskançlıklarından dolayı sevemiyorlar bizi. Çünkü onlar sevdiği halde içlerine atmışlar, kimseye söyleyememişler. Bizim de onlar gibi olmamızı istiyorlar.
-Peki biz de onlar gibi olacak mıyız?
+Hayır, biz saklanmayacağız. Saklamayacağız kimseden sevgimizi.
-Çok kolay bir şeymiş gibi söyledin.
+Çünkü sen yanımdayken her şey çok kolay gözüküyor.
-Ama değil, değil mi?
+Hayır, korkarım değil. Ama saklanmak daha zor. Onların kurallarıyla yaşamak, kim olduğunu unutmak, onların istediği kişiyi sevmek, dışlanmaktan çok daha zor.
-Hala anlamıyorum, biz ne yaptık ki onlara? Sadece onlar gibi olmadığımız için olamaz. Aklım almıyor.
+Kimse mantıklı olduğunu düşünmüyor. Onlar sadece onlara denileni yapıyorlar.
-İstediğim gibi yaşamak istiyorum sadece. O kadar zor mu? İnsanlar neden yolda el ele tutuşmuş iki erkek görünce yargılıyorlar ki hemen?
+Çünkü, onlara öyle öğretilmiş. Onlar aşkı sadece, yüzeysel algılıyorlar. Onlar için bir erkek sadece bir kadını sevebilir.
-Peki aşk ne ki sahiden?
+Aşk, bir insanın gözlerinin içine baktığında umudu görmektir. Aşk, aşık olduğun kişi yanındayken, dünyanın hala güzel olduğunu hissetmektir. Aşk, nefes aldığını hissetmektir bazen; bazense nefesinin kesildiğini. Aşk bazen, hissedebildiğini keşfetmektir. Ama ne olursa olsun aşk, zordur. Uğraş ister. Emek vermen gerekir. Ve çocuk, her zaman karşılığını alamayabilirsin. Ama denemek zorunda olduğunu bilirsin, aşık olduğun zaman.

4 Ocak 2014 Cumartesi

04.01.2014

Sabah oldu yine.
Yine uyumadım ben.
Sanki bir çemberin etrafında dolanıyoruz gibi, yalnızlar olarak.
Sen birini seviyorsun, o başka birini, başka biri daha başka birini...
Sonra dönüp dolaşıp çember sana dönüyor.
Sonra sen dönüyorsun seni sevene, vazgeçiyorsun sevdiğinden.
Ama bakıyorsun o da senden vageçmiş.
Bu sefer çember ters yönde işliyor, yine yalnız kalıyorsun.
Hep yalnızsın zaten. Hep yalnızız.
Sigara yakıyorsun, oturuyorsun. Dikkat dağıtıyorsun.
Zaman öldürüyorsun. Zaman da seni...
Bazen bir şarkı çalıyor, tüm sevdiğin adamlar aklına geliyor.
Geçmişini düşünüyorsun.
Geçmiş hep mutlu hatıralarla aklına geliyor.
Özlüyorsun.
Zamanında sinirlendiğin, üzüldüğün, ağladığın şeyler, şimdi ne kadar da basit geliyor.
Sonra ağlamaya başlıyorsun.
Ardından keşkeler geliyor hep.
Keşke olmasaydı.
Keşke biraz daha çalışsaydım.
Keşke bu fırsatı tepmeseydim.
Keşke yapmasaydım.
Keşke söylemeseydim.
Keşke, hep keşke...
Canın sıkılıyor, bir sigara daha yakıyorsun.
Bazen o kadar sıkılıyorsun ki, telefon rehberini karıştırıp telefon açacak birini arıyorsun.
Ama kimse yok. O kadar kişi arasında sıkıldığında konuşmak için arayacağın kimse yok.
Yalnızsın. Sadece sevgili konusunda değil.
Her konuda yalnızsın sen.
Hep yalnızsın.
Hep seninle olan tek şey geçmişten gelen hataların.
Bir de sigaran.

3 Ocak 2014 Cuma

Kısa Bir Diyalog

-Ne güzel bir manzara.
+Hayır, değil. Sigara içmeye çıkarım buraya ben. Ve bu küçük, sahil kasabasının insanlarının ne kadar büyük olduklarını sandıklarını düşündürür, bana bu manzara.
-Peki bundan sonra ne olacak?
+Kolay kısmı atlattık. Bundan sonra her şey daha zor olacak. Herkes üstümüze gelecek. Sokakta yürürken insanlar bizi işaret edecek.
-Peki pes mi edeceğiz?
+Hayır, pes etmek için, vaz geçmek için çok geç artık.
-Peki ne yapacağız?
+Direneceğiz, herkese karşı ikimiz. Zaten ancak bu şekilde başarabiliriz. Çünkü sadece senin gözlerinin içine baktığımda umudu hissediyorum artık. Çünkü sadece senin elini tuttuğumda başarabileceğimi hissediyorum. Sanki sen yanımdayken dokunulmazım. Sen yanımdaysan her şeyi yapabilirim.
-Peki ya ben. Beni de koruyabilir misin?
+Belki koruyamam. Ama yanında olurum. Seninle birlikte hissederim acılarını. Birlikte gülemediğimiz zamanlarda birlikte ağlarız. Hem sen burada karşımda durup gözlerime bakıp gülümsersen, bu manzarayı bile sevebilirim. Ben hazırım bütün bu zorluklara, peki ya sen?
-Farkeder mi?
+Bilmem.
-Hazırım, sanırım, yani eğer bir şeyi değiştirecekse.
+Hadi, asma yüzünü her zaman kötü olacak diye bir şey yok. Güzel zamanlarımız da olacak. Çok güzel zamanlarımız hem de... Sen yeter ki gülümsemeyi unutma. Gözlerindeki o umut kaybolmasın hiç.